Sınırları insan erdemleriyle belirlenmiş, ne sınıfsal ne de etnik nedenlere mahkum olmamış doğrularımızla özgürlük ve demokrasi mücadelesini sürdüreceğiz...

BURADAYIZ İŞTE...

OKURLARIMIN DİKKATİNE. BLOGUMDA TEKNİK BİR ARIZA YA DA BİR SALDIRI GERÇEKLEŞMİŞTİ.. ŞİMDİ HER ŞEY YOLUNDA...EMEKLERİMİZ BURADA... SAĞLICAKLA KALINIZ...

PARALEL BİR BLOG DA DEVAM EDİYOR...

Yeni blogun adresi: http://mirural.blogspot.com/

ŞU AN İZLEMEKTE OLDUĞUNUZ BLOG ADRESİ İLE YENİ BLOG ADRESİ BİRBİRİNE ÇOK YAKINDIR. İLGİNİZE TEŞEKKÜRLER.

MİHRAC URAL

...

...

...

...

TÜRK MODERNLEŞMESİ JAKOBENİZM VE BONAPARTİZM

Yener Orkunoğlu

Türkiye'de modernleşme hareketinin tarihini ve modernleşmenin toplum üzerinde yarattığı etkileri incelemek ve aynı zamanda modernleşme konusunda liberal entelektüellerin yarattığı yanılsamaları açığa çıkarmak zorundayız.
Liberal entelektüellerin çarpıttığı bir konu var. Siyasal İslam'ın yörüngesine girmiş bir çok entelektüel, Türkiye'deki Kemalistleri Jakoben olmakla suçlarlar. Yani Jakobenizm, darbeci ve anti-demokrat olmakla özdeşleştirilir. Böylesi bir değerlendirme, Jakobenizmin çarpıtılmasıdır. Kemalizm'i, Jakobenizm olarak değerlendirmek, Jakobenizme karşı bir haksızlıktır. Çünkü Jakobenizm, Fransız Devrimi döneminde küçük burjuvazinin (baldırı çıplakların) radikal bir devrimci hareketi olarak doğdu. Fransız Devrim hareketinin sol kanadını oluşturur.
((Devamı orta sol sutunda))

..

..

Mihrac Ural

Mihrac Ural

Yeniden felsefe okumak


Cumhuriyetin Doğuya sırtını dönmesinin mahkumu idik. Alfabe kırılmasının sonucu da, okuma adına nemiz var nemiz yok, arşivlerin küfüne terk edildi. Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle zaten olmayan okumalara, sıçramalardan oluşan, dengesiz ve sonuçta eksiklikten kaynaklanan bir topallamaya düştük. Bu da, ülkemiz felsefe bilincinin derinlik ve bütünlüğünü oluşturacak zincir halkalarının kopuk olmasını getirmiştir.
Yunan felsefesi akılcılığının Aristo’yla temsil edilen sunumunu, İslami bir yorum ve ilerleyişle ele alan Farabi’de ifadesini bulan akılcılığa karşı, “ Tahafüt el Felasife” diyerek, dünya ve ahiret işinde akıla yer bırakmayan Gazali’nin, bu güne kadar süren tutuculuğundan yana saf belirlemiştir. Gazalinin, “filozoflar”ın aklın hareketinden yana dünyevi olayları yorumlayan yaklaşımlarına karşı yaptığı eleştirilere, aklın bir militanı İbni Rüşt’ün ünlü cevabı olan “Tahafüt el Tahafüt” ü tanımazlıktan gelmiştir. Böylece sağ, Yunan ve batı felsefe okumaları eksiğiyle iki ayağı topal hale gelmiştir. Dayandığı felsefi okumaların karşıtlarını da bilmemekle, sığ kalmıştır.((Devamı sol ana sutunda))

****

****

24 Nisan soykırımı hepimizi katletmişti...

Mihrac Ural

Osmanlının yürüttüğü son katliam olan Ermeni jenosidi –soykırımı- hepimizi katletmişti. Tam 93 yıldır sürmekte olan zorunlu sürgün ile insanlık sucunda İttihat –Terakki’nin ‘SOYKIRIM’ imzası vardır.

Ermeniler, kendi uygarlık katkılarıyla Anadolu’ya renk katan, bölgemizin en eski uluslarından olup, ”katli vaciptir” denilerek yurtları yakılmış, eski çağların bile tanık olmadığı bir vahşetle toptan sürgüne mecbur edilerek, 1,5 milyon insanı katledilmiştir; sürgünde ayakları telef olan uygar insanlar, Aziz Paşa’dan ayakkabı talep edince, “Rahat yürüsünler diye bunlara ayakkabı giydirin” diyerek verdiği emirle, “ayaklarına at nalı çakılmıştır”. Aç çocuklara, yüksekten sarkıtılmış ipe bağlı ekmekle, tavşan kaç tazı tut oyunu oynayarak işkence yapan, “su içerken yılan bile dokunmaz” erdemini ayaklar altına alarak, susuzluktan yerdeki su birikintisine yüzü koyun uzanıp su içen insanları topluca kurşuna dizen bir vahşet yaşanmıştır.

Dünya kamuoyunca tüm çirkefliğiyle bilinen bu katliamın Osmanlı sorumluluğunda olmasına karşın, TC. dahi bu kirli mirası reddetmeye yanaşmamış, Osmanlıyı savunmuştur; Maktulleri, katil ilan ederek saldırıya geçmiştir. Gerçekler sürekli inkar edilerek, yadsımaya dayalı bir düşünce sistematiği kurulmuştur.

“Resmi tarih” diye ünlenen tezler, inkarların tarihi olarak topluma dayatılmıştır.**19. yy sonlarından başlayarak, Katolik ve Gregoryan (Ortodoks) diyerek birbirlerine kırdırılan, tenkil ve sürgünlerle, mal mülklerine el konularak baskı altında tutulan Ermenilere yönelik soy kırımı, I Dünya savaşının, malum bol bahaneleri altında girişilmiştir (24 Nisan 1915).

Savaş sırasında, önce Ermeni gençlerinin Askere alınarak silahsız bırakılması ve ardından toplu tasfiyelerin yapılması, geride kalan Ermeni halkının Tenkil ve sürgünlerine geçilmesi. Bu konuda talimatların dakik bir biçimde, en yetkili resmi merciler tarafından istenip, izlenmesi. O dönemin Sadrazamı (Başbakanı) Talat Paşa’nın, başından itibaren olayları, dikkatlice takibi, emirler vermesi, istatistik tutması (iskan edecekleri yerde dahi nüfusa göre oranlarının %5 geçmeyecek düzeyde tutulmaları talimatları da dahil) ve bunun en ince ayrıntısına kadar yazılı özel notlarla tescili, Ermenilere reva görülen her şeyin, planlı bir tarzda icra edildiğini göstermeye yeterlidir (Ermeni tehciriyle ilgili Talat Paşa’nın tutanakları için bkz. Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi, 24 Nisan 2006’dan itibaren yayınlanan dizi) Bu, Ermenilere ilişkin, adına ne konulursa konulsun, yapılacak olanların önceden planlanmış eylemler olduğunu gösterir.

Bundan sonra, sonuçlara bakılarak, yapılanlara verilecek ad, tanımlamaya geçilir.*Böylesine planlı ve en ince ayrıntısına kadar takip edilmiş ve bir etnik topluluğa yönelen, sonuçta en iyimser tahminlerle, el yazması tutanaklardaki rakamlarla bir milyon (1000 000) üzerinde Ermenin ölümüne yol açan, kimi şehirlerde nüfusu yüz binlerden sıfıra indiren, çoluk çocuk on binlerce canın etnik yapısını değiştirmek için farklı etnik toplumlara dağıtan, topraklara el koyan, binalarını yıkan, her türden maddi ve canlı servetine el koyup katleden girişimlere, soy kırımından başka bir ad verilemeyeceği görülür.

Bu bir soykırımdır. (..)Osmanlıdan, cumhuriyete süre gelen bu aklın, daha uzun süre yürürlükte olma tehlikesi tüm çıplaklığıyla kendini göstermektedir. Tarihimizle cesurca yüzleşmeden bu aklı toplumsal işlevlerimizden ve geleceğe ilişkin yaşam planlarımızdan söküp atmak güç gibi duruyor.
((*)Ermeni jenosidi ve Kürtleri inkarı –Mihrac Ural)

**
Sıranın kendisine gelmeyeceğini sananların dikkatine, bu vatanın birimize değil, hepimize ait olduğunu bir kez daha, bin kez daha yeniden birbirimize kanıtlamakla yükümlü olduğunuzu artık anlamak zorundasınız.

Bilmelisiniz ki, farklılıkları içselleştirmek, onlarla barış içinde yaşamayı fiilen gösterip, haklarını anayasal ve kurumsal güvencelerle kökleştirmek ertelenmez bir görev haline gelmiştir, bu yapılmadıkça bu vatanın hepimize ait olduğuna kimseyi inandıramazsınız.

Mümkünü, imkansız hale getirmeye devam ederseniz, sizi biz farklılar, ayrı varlıklar bile kurtaramaz. Bunun vebali, Hrant Dink’in katline yol açan akıl sistematiğinin kıyımına tek tek ve topluca maruz kalmaktır bilesiniz.
((*)Hrant Dink'in Katli ve Tarihi Gerçekler –Mihrac Ural)


Murat Altunöz’ün Beklenen Kitabı Kırılgan Zamanlar Çıktı…

2002 Ocak ayında başladığımız yolculuğumuza 7 yıldır devam ediyoruz. Karalama Dergisi, ülkenin koşullarına göre bazen inişler ve çıkışlar yaşamamıza rağmen her geçen gün dergimizle daha da büyüyoruz.

Karalama Dergisi olarak;
Şair Nevruz Uğur ve Halil İbrahim Yıldız’ın kitaplarından sonra Karalama’nın Kurucusu ve halen Editörü olan Murat Altunöz’ün Kırılgan Zamanlar adlı kitabını yayımladık.
Geçmiş zamanların, kırılmış, yalnız ve hüzünlü dizelerinde bulduk kendimizi,
Her dize de bir direniş, bir sürgün, bir ayrılık ve özlem var.
((Devamı sol alt sutünda))

...

...

Yerel Çeteleşmenin Boyutu...

Murat Altunöz /Gazeteci

Çeteleşme yıllar sonra Ergenekon operasyonuyla tekrar gündeme geldi. Eskiden bildiğimiz mafya sistemi çökmüş artık daha organize ve daha profesyonel bir hal alan almıştır.Bazı yazarlar, Emekli Polisler ve Emekli askerlerinde içinde bulunduğu yeni bir yapı ortaya çıktı.Aslında bu tür çeteleşmeler yıllardır hep ülkemizde vardır. Ama bu hafta benim bahsetmek istediğim yerel çetelerdir. malesef son yıllarda ciddi anlamda yerel çeteleşme ve Organize suçlarda bir çoğalma vardır. Zaten Hatay il Emniyet Müdürü Osman Çapalı'da bu konuya dikkat çekerek " Bireysel suçlar artık organize suçlara kaymıştır" demiştir.
((Devamı sol ana sutunda))


İNTERAKSİYON

Faiz Cebiroğlu
Her gelişim, karşılıklıdır. Her ileriye yönelik değişim, bir interaksiyondur. İnteraksiyon, karşılıklı etkileşim oluyor. İnsanlar, başkalarıyla birlikte yer alarak, başkalarıyla birlikte öğrenerek sosyal yönlerini geliştiriyorlar. Sosyal yönünü geliştiren insan, aldığı öğreti ve deneyimlerle bireysel yönünü ”işleyerek” yapılandırıyor. Yapılanma, ”özbilinç” ve ”özgüven” ile nitelik bir hal alıyor.

İnteraksiyon ya da karşılıklı etki, yaşadığımız toplumda, değişik yer ve ortamlarda farklı farklı oluyor. Dille başlayan diyaloğa; insanların bulunduğu yaşam tarzları, çalışma biçimleri ve kısacası sahip oldukları sınıfsal konumları da ekleniyor. Sosyal sınıf, gelişimde ”ana halka” oluyor. Sosyal sınıf, ileriye yönelik değişimin ”can alıcı noktasını” oluşturuyor.

(Devamı orta ana sütunda )
http://mirural.blogspot.com/

...

...

Yabancılaşmanın Dinamiği


Mihrac Ural

Yabancılaşma, insanlık ailesini birbirine yakınlaştıran, farklarını hızla öteleyen özel mülkiyeti ve olumsuz sonuçlarını bile köşeye sıkıştırma işlevi gören sonuçlarıyla, olumsuz değil çok olumlu bir role sahiptir. Tarihsel süreciyle derinleşip geliştikçe gerçekleşen yabancılaşma, insana çok daha cüretkâr olma, çok daha özgürce beyin labirentlerinde kurguladığı fantezileri yaşama ve bunu yaparken de dar anlamda aile, mahalle gibi klancı darlığın etkiler altında kalmayıp, geniş anlamda da ulusal sınırları aşıp belki başlangıcı sanal âlemin nimetleriyle, bilgi çağının iletişim olanaklarıyla bu tutku ve arzularının doruklarını zorlama şansını elde etmektedir.Yabancılaşma olmasaydı, emeğin sosyal etkilerinden bahsetmemiz mümkün olamazdı. Emek ne kadar sahibinden uzaklaşır, ne kadar sahibine belirgin olmaktan çıkarsa, o kadar evrensel ölçeklerde hizmet sunmaya başlamış demektir. Ve bir o kadar kültürel farklılıklarını hesaba katmadan ( renk, ırk, ulus, coğrafya, bölge farkı tanımadan) insan türüne ait hale gelmiş demektir.
((Devamı orta ana sol sütunda: ))
http://mirural.blogspot.com/

..

..

MİLLİ MARŞLAR

Ayşe Hür
1955'te İsveç'ten bir kız jimnastik ekibi İstanbul'a gelir. Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptıkları gösteriyi piyano eşliğinde söyledikleri bir şarkıyla bitirirler. Şarkı ‘Tre Trallade Jantor’dur. O sırada salondaki bütün izleyiciler ayağa kalkar ve ‘Dağ başını duman almış/Gümüş dere durmaz akaarrrrr….’diye İsveçli sporculara eşlik eder. Durumu bilmeyen İsveç medyası olayı "centilmen Türk seyircisinden jest" olarak yorumlar. Nereden bilsinler, tam 40 yıl önce şirin şarkılarını millileştirdiğimizi…
“Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur/Katibimin setresi uzun eteği çamur… diye başlayan ünlü türkünün bestesi 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda kalan ‘eteklikli’ İskoç Alayı’na moral vermek için yazılmış ‘Donsuz askerler…’ diye başlayan bir asker şarkısıdır. II. Mahmut döneminde (1808-1826) modernleşme çabaları sırasında askerlere giydirilen setre ve pantolon mutaassıp çevreler tarafından ‘sokağa donla çıkmakla’ eşdeğer görülmüş, özellikle de ‘gavur mukallitliği’ denilen bu modernleşme hareketine çabuk uyum gösteren eli yüzü katipler halkın diline düşmüştür. Bir İstanbul külhanbeyi, bu katiplerle alay etmek için, Üsküdar yolu üzerinde olan Selimiye Kışlası’nda kalan İskoç askerleri için yazılan marşın müziğine Türkçe sözler yazar ve ünlü Katibim türküsü ortaya çıkar.
1974 Kıbrıs ‘Barış Harekatı'ndan sonra bir Yahudi şarkısına Türkçe sözler yazılmış ve ortaya Ayten Alpman’ın ünlü Memleketim şarkısı çıkmıştır. 1980 darbesinden sonra solcu mahkumları ‘millileştirmek’ için marş niyetine binlerce kez çalındığı için bu gün pek çok eski mahkum, bu şarkının adını duyduğunda bile ciddi bir gerginlik yaşar. On binlerce Fenerbahçelinin coşkuyla söyledikleri Yaşa Fenerbahçe Marşı, Franko dönemine ait faşist güfteli Viva L'Espanya (Yaşa İspanya) adlı İspanyol marşıdır ve bugün İspanya’da pek çok kişi bu marşı duymaya tahammül edemez. Ülkücülerin söylerken gözlerini yaşartan “Çırpınırdı Karadeniz/Bakıp Türkün Bayrağına” türküsü 18.yüzyılda yaşamış Sayat Nova adlı Ermeni sanatçının Kamança adlı şarkısının Türkçesi’dir.

((devamı sol büyük sütunda))

15 Mart 2008 Cumartesi

HAMAS FİLİSTİN HALKININ İRADESİDİR


Halkın iradesi


tarihin en etkin iradesidir



Hamas



Filistin halkının iradesidir



Mihrac Ural



27 Ocak 2006



25 Ocak 2006 Filistin halkı, tarihinin ilk ve en önemli seçimlerine yöneldi. Verili koşuluların tüm olumsuzluklarına karşın, halkın iradesini beyan etmesi açısından özgürlüğü önemle vurgulanması gereken bu seçimlerde, Filistin halkı Hamas dedi. Halkın seçime katılım oranı %77, parlamento sandalye sayısı 132, Hamas 72 milletvekiliyle, oyların %54.5 alarak ezici bir çoğunluk kazandı. Buna destekleriyle parlamentoya girebilen 4 bağımsızı da eklemek gerek. Son on yılın gelişmelerini izleyenleri yanıltmayan bu sonuç, gerçek anlamda bir devrimdi. Öyle ki, etkisi sadece Filistin ölçeğinde değil, tüm bölgede ve dünyaya iletilmiş bir mesaj olarak ta ciddi bir dönüşümü ifade etti.


Filistin davası II. Dünya savaşının Batının kendi kefaretini Arap halkına ödetme girişimi olarak başladı. Batılı Emperyalistler, kendi kefaretini, yaptığı insanlık dışı tecavüzü, ahlaksızca yürütülen Yahudi katliamının bedelini, Birleşmiş Milletlere kararı adı altında, Filistin halkının toprakları üzerine, dünyanın farklı yerlerinden topladıkları Yahudilere devlet kurdurarak ödemeye çalıştı. Kurdurdukları İsrail devleti 1948’de verilen topraklarla da yetinmeyerek, şovence genişleyip tüm Filistin topraklarını, dünyanın gözü önünde yutarak, bölgeyi ateş çemberine sürükledi. Siyonizm bu devletin yayılmacılığıydı; Nil nehrinden, Fırat nehrine kadar tüm bölge topraklarını egemenliği altına, bir biçimde, alma amacı taşıyordu. Bu, bölgeye sonradan yapıştırılmış, yabancı bir dayatmaydı. Yarım asırdır bu zulüm Filistin Arap halkı üzerinde, başkalarının kefareti adına, ölüm ve yıkım olarak çekilmektedir. Bir kez daha Emperyalistler vicdansızlıklarının ve ahlaksızlıklarının bir abidesi olan bu aktarımla, hiçbir maliyete katlanmadan, bölgemiz halklarının kuşaklar boyu perişan olacakları bir süreci başlatmış oldular. Filistin davası böylesine bir haksızlığın sonucu başladı. Ateş düştüğü yeri yaktı, Filistin Arap halkı yakılıp yıkıldı.




Büyük acılar çeken Filistin halkı, özgürlüğü için elli yıldır her yolu denedi. Karşılığında her dönemin en gelişmiş askeri aparatının ölümünü buldu. En teslimiyetçileri yöneticileri kabul edip, düşmanından özgürlük dilenmeyi denedi. Oslo, Yol Haritası dahil ardı ardına onlarca anlaşma, buluşma, söz kesme, ant içmelere katıldı ama hiç birinden hiçbir hak alamadı. Yaptığı her anlaşmanın her maddesi için yeni bir anlaşma yapma dayatması gördü ama yılmadı, verilen her söze inandı ama sonuç alamadı, bitip bitip tükendi, en iyimser ve en mülayim Filistinli dahi, artık bu yollarda hiçbir ümit kalmadığını anladı. Bu acımasız zulüm ortamında tüm yollar tükendi. Siyonist Nazilerin devleti İsrail, aralıksız olarak halka ve liderlerine katliamdan başka bir şey vermedi. Evleri yıktı, çevreyi yaktı, ağaçları kökünden sökerek tarihin kaydettiği en acımasız insani dramları Filistin halkına yaşattı.


Siyonistler, bölge insanlığını merhametsizce ezildi. Üstelik bunu alenen, yeni keşif silahlar kullanarak, dünyanın tüm gelişmiş ülkelerin desteğinde ve gözleri önünde yaptı. İnsanlık buna seyirci kalmakla yetindi. Kendi dayatmaları olan anlaşmaları dahi işlevsizleştiren Siyonistler, ABD ve Batı desteğinde en ılımlı Filistin yönetimlerini bile merhametsizce çiğnedi, hiçbir taleplerini yerine getirmedi. Zindanlarını tıka basa Filistinli doldurdu, işkenceler altında katletti, sakat bıraktı.




Barış masası diye oturulan yerde, Filistinli yöneticilerden halkını katletmesi istendi. Sınırlarına kardeşlerini katleden bir emniyet ve askeri teşkilat kurmayı dayattı. Tüm çevre ülkelerin topraklarını işgal etti, Filistinlileri bir kez daha kamp kamp, toplu kıyımdan geçirdi. Çevre ülkelere dağılmış Filistinli dahi, bu kıyımdan kurtulamadı; Sabra-Şattila katliamları, Lübnan başkenti Beyrut’u işgal edilerek icra edildi.


Filistin halkı, bunlara rağmen yılmadı, tarihinin tüm acı deneylerinden ders alarak, adım adım direnişini yükseltti. Aç, susuz kaldı ama yılmadı, küçücük çocuklarla başlayan ve yıllar içinde dev komutanların yükselişine doğru yürüyen bir intifada yarattı. İnsanlığa başka seçeneğim kalmadı, tercihim direniştir dedi. Kaybedecek hiç bir şeyi olmayanların, bir haykırışı olarak, ben yaşamaya ve başarmaya mahkumum dedi. “Direnmenin maliyeti teslimiyetten daha azdır” dedi ve direnişe devam etti.


Bölgemizin inanılmaz bir çirkinlikle istilaya uğradığı, devletlerin yakılıp yakıldığı, gayri meşru savaşlarla dünyamıza terörün dayatıldığı, kendi doğrultularında olmadığını ilan ettikleri ülkelerin, istila yıkım ve parçalara bölünmekle tehdit edildiği bir kesitte, teslimiyetçilerin umutsuzlu pazarladığı, mütecaviz güçlerin kuyruğuna takılmayı kurtuluş sananların cirit attığı, satılmanın teslimiyetin en çetrefilli söz ustalıklarıyla ileri görüşlülük sayılmaya başlandığı bir kesitte Filistin halkı, küllerinden yeniden oluşan Anka kuşu gibi, yeniden dirilişini ilan etti, direnmeden yana tavır koydu, irade beyan etti. Seçimse, seçim dedi, oyunu kullandı, direnmeyi temsil eden güçleri gösterdi, tercihim Hamas Dedi.



Filistin seçimleri, bölgemizde yıkılmış, mezara gömülmüş ruhları sarstı, onları uyandırdı. Görüşlerine katılsak ta katılmasak ta, dini temelinde olmalarından kaynaklanan binlerce sorun ve çelişkiyi içlerinde barındırsalar da, direnmeyi temsilen Filistin halkının tercihi, bu bölgenin halklarına ruh kattı, karamsarlık tacirlerine dur dedi. Burada halk irade beyan etmiştir, yaşama kararlılığında olduğunu söylemiş ve işgalciyle görülecek bir hesabı olduğunu ilan etmiştir. Demokrasinin oyununa da katılmış, oradan da başarıyla çıkarak, on yılların birikimleriyle siyasi iktidara yürümüştür. Dönem bu eğilimlerin dönemi, soğuk savaş dönemi ardından gelişen yeni dengelerin dönemidir. Halkların kaderlerini sokakların kararı belirlemez ama o sokaklarda halkın kendisi vardır ve kararını kendisi vermektedir. Hangi renkten olursa olsun bir haksızlığa karşı halkın direnişini temsil eden bir sonuç ortaya çıkmıştır ve bu sonuç hakkı kazanmanın geçitlerinden biri olarak bu tarihi kesitte yarini almıştır. Hamas bu gerçeği temsil etmektedir.



Bu rüzgar bölgemizi toptan kapsadı. Irak halkının yükselttiği kurtuluş mücadelesiyle, İran halkının uluslar arası hukuktan doğan hakları için direnişiyle, Suriye üzerine yıkılmak istenen kirli oyunlara karşı kahramanca duruşuyla, Lübnan halkının direnme güçleriyle kazandığı tarihi zaferle, ki bu zafer Arap-İsrail savaşında devletlerin kazanamadığı bir askeri zafer olarak, Hamas’ın galibiyetine öncülük etmiştir, bölgemiz top yekun ayağa kalkmış, direnme ruhunu tazelemiştir. Gazze’den, Beyrut’a, Şamdan, Bağdat ve Tahrana kadar, teslim olmamışların şekillendirdikleri direnme hattı, onurlu insanların bölgemizi emperyalist çıkar ve oyunlara karşı koruyan bir set olarak yükselmektedir.


Bu adımlar öncelikle, Filistin halkının öz değerleri ve toprakları üzerinde yükseldi ama aynı zamanda bu bölgenin her köşesinin ve gelişmesinin, birbiriyle ilintili olma esprisi gereği, pervasız emperyalist saldırılara karşı halkların dayanışmasıyla bayraklaştı. İran halkından Irak’ın direnen halkına, Suriye’den Lübnan’ın direnen halkına ve bunun taçlandığı Filistin’in ilan ettiği iradeye kadar, bu gün bölgemiz, dimdik ayakta olduğunu gösterdi.




Şimdi saflar bu tarafa meylediyor, dengeler direnen halktan yana gelişiyor. Bu umut ruhumuzu tazeledi, hepimize güç verdi, “Ortadoğu halkları sıklaştırın safları” diye cılız sesimizle haykırdığımız zaman, yalnızlığımızın yankısı, doğruların engellenmez tırmanışı olarak bu güne geldi dayandı. Bundan sonra farklı şeyler söylenecek, dayanışmasını yükselten, saflarını sıklaştıran halklar, kendi topraklarında bağımsız ve özgür iradesiyle, bu güneşin altında yaşama kararlığında olduğunu ilan edecektir.


Artık herkes ve özellikle Batılılar, Filistin halkının özgür iradesiyle gerçekleşen irade beyanı önünde saygıyla eğilmelidirler. Bitip tükenmez düşmanlıklar, terör diye milyonlarca insanı bir çırpıda doğrayan töhmetler tarihe karışmalıdır. Her kese yeterli bir dünyamız var ve bu dünyanın zenginliğini adil tarzda paylaşmayı bilmeliyiz. Hiçbir millet ya da devlet uzayda bir gök ada olarak yaşama durumunda değildir. Bir yerde eksik kalan, diğerinin yanında kar oluşturmuyor artık. Zarar herkesi kapsıyor. Artık, tarihin en büyük ve en etkin iradesine yaşam hakkı tanımak gerek. Kamuoyu tercihlerine, çağımız küreselleşen ilişkilerinde kulak vermek, değer tanımak gerek. Batılıların, son 500 yıldır başka milletlerin değerlerini talan ederek sermaye biriktirme ve metaları için pazar açma adına sürdürdüğü insanlık dışı tüm yol ve yöntemlerin kefaretini, ahlaki bir borç olarak görüp, kendilerini yenilemeleri gerekir. Batılılar, kaderlerine el attıkları tüm ülkelerde, halktan ve kitlelerden inanılmaz bir nefretle yüz yüze kalmalarının ne anlama geldiğini bilmeleri gerekir. Bu gün insanlığın inanılmaz bir tepki ve nefretle ABD karşıtı olmalarının, hangi insani yaralardan kaynaklandığını anlamaları gerekir. “Ben yaptım oldu diyerek” hiçbir şey yapılandırılamaz. 50 yıl insanlık ömrü için çok kısa bir zaman dilimidir. ABD bu kısa sürede tarihin tanık olduğu en nefret edilen ülke olmayı, emperyalist yönelimleri sonucu başarmıştır. Onun kuyruğuna takılarak insanlığa acımasız ve haksız savaşları dayatanların oluşturduğu kıyım-talan ittifakları artık sona ermelidir. Bu ittifak türleri geçen yüz yıl içinde iki dünya savaşı ve onun onarılmaz sonuçlarından başka bir şey üretmediği yeterince görülmüştür. Bunlara rağmen özgürlüğünü, hakkını ve hukukunu, bağımsızlığını, barış ve onurunu arayan halklar sindirilememiştir. Çünkü, tarihin yapı taşı olan irade, halkın iradesidir. Bu irade atomik silahlardan da, inanılmaz lojistik destek ve askeri aparatlardan da daha büyüktür; Batılılar bunu anlamak için uzağa gitmesinler, işte Irak, işte Filistin.




Bu iradeye dünya kamuoyu daha fazla ilgisiz kalamaz. Ülkemiz halkı da yönetimi de aynı ilgiyi göstermekle yükümlüdür. Yakın gelecek bu gerçeğin ışığında şekillenecektir. ABD ve şürekalarını, bölgemizde pazarlamaya çalışanların yüzüne vurulan bu şiddetli tokat, haçlı seferlerinden bu güne dek, onlarca kez tekrar eden dersleri anlamamış olanlara tarihin verdiği bir referans olmalıdır. Bilinmeli ki, bu toprakların halkı, kendi özgür iradesiyle bu toprakları yönetecek, erdemleriyle, servetini kendisi için bir yaşam kaynağı haline getirecektir. Dıştan gelen ve dayatmalarla dengelerimizi karasızlaştıranların, kuşaklar boyu süren zulümlerine son vermenin anlamlı olduğu kadar, mümkün olduğu da açığa çıkmıştır.



Hiç yorum yok: