Sınırları insan erdemleriyle belirlenmiş, ne sınıfsal ne de etnik nedenlere mahkum olmamış doğrularımızla özgürlük ve demokrasi mücadelesini sürdüreceğiz...

BURADAYIZ İŞTE...

OKURLARIMIN DİKKATİNE. BLOGUMDA TEKNİK BİR ARIZA YA DA BİR SALDIRI GERÇEKLEŞMİŞTİ.. ŞİMDİ HER ŞEY YOLUNDA...EMEKLERİMİZ BURADA... SAĞLICAKLA KALINIZ...

PARALEL BİR BLOG DA DEVAM EDİYOR...

Yeni blogun adresi: http://mirural.blogspot.com/

ŞU AN İZLEMEKTE OLDUĞUNUZ BLOG ADRESİ İLE YENİ BLOG ADRESİ BİRBİRİNE ÇOK YAKINDIR. İLGİNİZE TEŞEKKÜRLER.

MİHRAC URAL

...

...

...

...

TÜRK MODERNLEŞMESİ JAKOBENİZM VE BONAPARTİZM

Yener Orkunoğlu

Türkiye'de modernleşme hareketinin tarihini ve modernleşmenin toplum üzerinde yarattığı etkileri incelemek ve aynı zamanda modernleşme konusunda liberal entelektüellerin yarattığı yanılsamaları açığa çıkarmak zorundayız.
Liberal entelektüellerin çarpıttığı bir konu var. Siyasal İslam'ın yörüngesine girmiş bir çok entelektüel, Türkiye'deki Kemalistleri Jakoben olmakla suçlarlar. Yani Jakobenizm, darbeci ve anti-demokrat olmakla özdeşleştirilir. Böylesi bir değerlendirme, Jakobenizmin çarpıtılmasıdır. Kemalizm'i, Jakobenizm olarak değerlendirmek, Jakobenizme karşı bir haksızlıktır. Çünkü Jakobenizm, Fransız Devrimi döneminde küçük burjuvazinin (baldırı çıplakların) radikal bir devrimci hareketi olarak doğdu. Fransız Devrim hareketinin sol kanadını oluşturur.
((Devamı orta sol sutunda))

..

..

Mihrac Ural

Mihrac Ural

Yeniden felsefe okumak


Cumhuriyetin Doğuya sırtını dönmesinin mahkumu idik. Alfabe kırılmasının sonucu da, okuma adına nemiz var nemiz yok, arşivlerin küfüne terk edildi. Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle zaten olmayan okumalara, sıçramalardan oluşan, dengesiz ve sonuçta eksiklikten kaynaklanan bir topallamaya düştük. Bu da, ülkemiz felsefe bilincinin derinlik ve bütünlüğünü oluşturacak zincir halkalarının kopuk olmasını getirmiştir.
Yunan felsefesi akılcılığının Aristo’yla temsil edilen sunumunu, İslami bir yorum ve ilerleyişle ele alan Farabi’de ifadesini bulan akılcılığa karşı, “ Tahafüt el Felasife” diyerek, dünya ve ahiret işinde akıla yer bırakmayan Gazali’nin, bu güne kadar süren tutuculuğundan yana saf belirlemiştir. Gazalinin, “filozoflar”ın aklın hareketinden yana dünyevi olayları yorumlayan yaklaşımlarına karşı yaptığı eleştirilere, aklın bir militanı İbni Rüşt’ün ünlü cevabı olan “Tahafüt el Tahafüt” ü tanımazlıktan gelmiştir. Böylece sağ, Yunan ve batı felsefe okumaları eksiğiyle iki ayağı topal hale gelmiştir. Dayandığı felsefi okumaların karşıtlarını da bilmemekle, sığ kalmıştır.((Devamı sol ana sutunda))

****

****

24 Nisan soykırımı hepimizi katletmişti...

Mihrac Ural

Osmanlının yürüttüğü son katliam olan Ermeni jenosidi –soykırımı- hepimizi katletmişti. Tam 93 yıldır sürmekte olan zorunlu sürgün ile insanlık sucunda İttihat –Terakki’nin ‘SOYKIRIM’ imzası vardır.

Ermeniler, kendi uygarlık katkılarıyla Anadolu’ya renk katan, bölgemizin en eski uluslarından olup, ”katli vaciptir” denilerek yurtları yakılmış, eski çağların bile tanık olmadığı bir vahşetle toptan sürgüne mecbur edilerek, 1,5 milyon insanı katledilmiştir; sürgünde ayakları telef olan uygar insanlar, Aziz Paşa’dan ayakkabı talep edince, “Rahat yürüsünler diye bunlara ayakkabı giydirin” diyerek verdiği emirle, “ayaklarına at nalı çakılmıştır”. Aç çocuklara, yüksekten sarkıtılmış ipe bağlı ekmekle, tavşan kaç tazı tut oyunu oynayarak işkence yapan, “su içerken yılan bile dokunmaz” erdemini ayaklar altına alarak, susuzluktan yerdeki su birikintisine yüzü koyun uzanıp su içen insanları topluca kurşuna dizen bir vahşet yaşanmıştır.

Dünya kamuoyunca tüm çirkefliğiyle bilinen bu katliamın Osmanlı sorumluluğunda olmasına karşın, TC. dahi bu kirli mirası reddetmeye yanaşmamış, Osmanlıyı savunmuştur; Maktulleri, katil ilan ederek saldırıya geçmiştir. Gerçekler sürekli inkar edilerek, yadsımaya dayalı bir düşünce sistematiği kurulmuştur.

“Resmi tarih” diye ünlenen tezler, inkarların tarihi olarak topluma dayatılmıştır.**19. yy sonlarından başlayarak, Katolik ve Gregoryan (Ortodoks) diyerek birbirlerine kırdırılan, tenkil ve sürgünlerle, mal mülklerine el konularak baskı altında tutulan Ermenilere yönelik soy kırımı, I Dünya savaşının, malum bol bahaneleri altında girişilmiştir (24 Nisan 1915).

Savaş sırasında, önce Ermeni gençlerinin Askere alınarak silahsız bırakılması ve ardından toplu tasfiyelerin yapılması, geride kalan Ermeni halkının Tenkil ve sürgünlerine geçilmesi. Bu konuda talimatların dakik bir biçimde, en yetkili resmi merciler tarafından istenip, izlenmesi. O dönemin Sadrazamı (Başbakanı) Talat Paşa’nın, başından itibaren olayları, dikkatlice takibi, emirler vermesi, istatistik tutması (iskan edecekleri yerde dahi nüfusa göre oranlarının %5 geçmeyecek düzeyde tutulmaları talimatları da dahil) ve bunun en ince ayrıntısına kadar yazılı özel notlarla tescili, Ermenilere reva görülen her şeyin, planlı bir tarzda icra edildiğini göstermeye yeterlidir (Ermeni tehciriyle ilgili Talat Paşa’nın tutanakları için bkz. Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi, 24 Nisan 2006’dan itibaren yayınlanan dizi) Bu, Ermenilere ilişkin, adına ne konulursa konulsun, yapılacak olanların önceden planlanmış eylemler olduğunu gösterir.

Bundan sonra, sonuçlara bakılarak, yapılanlara verilecek ad, tanımlamaya geçilir.*Böylesine planlı ve en ince ayrıntısına kadar takip edilmiş ve bir etnik topluluğa yönelen, sonuçta en iyimser tahminlerle, el yazması tutanaklardaki rakamlarla bir milyon (1000 000) üzerinde Ermenin ölümüne yol açan, kimi şehirlerde nüfusu yüz binlerden sıfıra indiren, çoluk çocuk on binlerce canın etnik yapısını değiştirmek için farklı etnik toplumlara dağıtan, topraklara el koyan, binalarını yıkan, her türden maddi ve canlı servetine el koyup katleden girişimlere, soy kırımından başka bir ad verilemeyeceği görülür.

Bu bir soykırımdır. (..)Osmanlıdan, cumhuriyete süre gelen bu aklın, daha uzun süre yürürlükte olma tehlikesi tüm çıplaklığıyla kendini göstermektedir. Tarihimizle cesurca yüzleşmeden bu aklı toplumsal işlevlerimizden ve geleceğe ilişkin yaşam planlarımızdan söküp atmak güç gibi duruyor.
((*)Ermeni jenosidi ve Kürtleri inkarı –Mihrac Ural)

**
Sıranın kendisine gelmeyeceğini sananların dikkatine, bu vatanın birimize değil, hepimize ait olduğunu bir kez daha, bin kez daha yeniden birbirimize kanıtlamakla yükümlü olduğunuzu artık anlamak zorundasınız.

Bilmelisiniz ki, farklılıkları içselleştirmek, onlarla barış içinde yaşamayı fiilen gösterip, haklarını anayasal ve kurumsal güvencelerle kökleştirmek ertelenmez bir görev haline gelmiştir, bu yapılmadıkça bu vatanın hepimize ait olduğuna kimseyi inandıramazsınız.

Mümkünü, imkansız hale getirmeye devam ederseniz, sizi biz farklılar, ayrı varlıklar bile kurtaramaz. Bunun vebali, Hrant Dink’in katline yol açan akıl sistematiğinin kıyımına tek tek ve topluca maruz kalmaktır bilesiniz.
((*)Hrant Dink'in Katli ve Tarihi Gerçekler –Mihrac Ural)


Murat Altunöz’ün Beklenen Kitabı Kırılgan Zamanlar Çıktı…

2002 Ocak ayında başladığımız yolculuğumuza 7 yıldır devam ediyoruz. Karalama Dergisi, ülkenin koşullarına göre bazen inişler ve çıkışlar yaşamamıza rağmen her geçen gün dergimizle daha da büyüyoruz.

Karalama Dergisi olarak;
Şair Nevruz Uğur ve Halil İbrahim Yıldız’ın kitaplarından sonra Karalama’nın Kurucusu ve halen Editörü olan Murat Altunöz’ün Kırılgan Zamanlar adlı kitabını yayımladık.
Geçmiş zamanların, kırılmış, yalnız ve hüzünlü dizelerinde bulduk kendimizi,
Her dize de bir direniş, bir sürgün, bir ayrılık ve özlem var.
((Devamı sol alt sutünda))

...

...

Yerel Çeteleşmenin Boyutu...

Murat Altunöz /Gazeteci

Çeteleşme yıllar sonra Ergenekon operasyonuyla tekrar gündeme geldi. Eskiden bildiğimiz mafya sistemi çökmüş artık daha organize ve daha profesyonel bir hal alan almıştır.Bazı yazarlar, Emekli Polisler ve Emekli askerlerinde içinde bulunduğu yeni bir yapı ortaya çıktı.Aslında bu tür çeteleşmeler yıllardır hep ülkemizde vardır. Ama bu hafta benim bahsetmek istediğim yerel çetelerdir. malesef son yıllarda ciddi anlamda yerel çeteleşme ve Organize suçlarda bir çoğalma vardır. Zaten Hatay il Emniyet Müdürü Osman Çapalı'da bu konuya dikkat çekerek " Bireysel suçlar artık organize suçlara kaymıştır" demiştir.
((Devamı sol ana sutunda))


İNTERAKSİYON

Faiz Cebiroğlu
Her gelişim, karşılıklıdır. Her ileriye yönelik değişim, bir interaksiyondur. İnteraksiyon, karşılıklı etkileşim oluyor. İnsanlar, başkalarıyla birlikte yer alarak, başkalarıyla birlikte öğrenerek sosyal yönlerini geliştiriyorlar. Sosyal yönünü geliştiren insan, aldığı öğreti ve deneyimlerle bireysel yönünü ”işleyerek” yapılandırıyor. Yapılanma, ”özbilinç” ve ”özgüven” ile nitelik bir hal alıyor.

İnteraksiyon ya da karşılıklı etki, yaşadığımız toplumda, değişik yer ve ortamlarda farklı farklı oluyor. Dille başlayan diyaloğa; insanların bulunduğu yaşam tarzları, çalışma biçimleri ve kısacası sahip oldukları sınıfsal konumları da ekleniyor. Sosyal sınıf, gelişimde ”ana halka” oluyor. Sosyal sınıf, ileriye yönelik değişimin ”can alıcı noktasını” oluşturuyor.

(Devamı orta ana sütunda )
http://mirural.blogspot.com/

...

...

Yabancılaşmanın Dinamiği


Mihrac Ural

Yabancılaşma, insanlık ailesini birbirine yakınlaştıran, farklarını hızla öteleyen özel mülkiyeti ve olumsuz sonuçlarını bile köşeye sıkıştırma işlevi gören sonuçlarıyla, olumsuz değil çok olumlu bir role sahiptir. Tarihsel süreciyle derinleşip geliştikçe gerçekleşen yabancılaşma, insana çok daha cüretkâr olma, çok daha özgürce beyin labirentlerinde kurguladığı fantezileri yaşama ve bunu yaparken de dar anlamda aile, mahalle gibi klancı darlığın etkiler altında kalmayıp, geniş anlamda da ulusal sınırları aşıp belki başlangıcı sanal âlemin nimetleriyle, bilgi çağının iletişim olanaklarıyla bu tutku ve arzularının doruklarını zorlama şansını elde etmektedir.Yabancılaşma olmasaydı, emeğin sosyal etkilerinden bahsetmemiz mümkün olamazdı. Emek ne kadar sahibinden uzaklaşır, ne kadar sahibine belirgin olmaktan çıkarsa, o kadar evrensel ölçeklerde hizmet sunmaya başlamış demektir. Ve bir o kadar kültürel farklılıklarını hesaba katmadan ( renk, ırk, ulus, coğrafya, bölge farkı tanımadan) insan türüne ait hale gelmiş demektir.
((Devamı orta ana sol sütunda: ))
http://mirural.blogspot.com/

..

..

MİLLİ MARŞLAR

Ayşe Hür
1955'te İsveç'ten bir kız jimnastik ekibi İstanbul'a gelir. Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptıkları gösteriyi piyano eşliğinde söyledikleri bir şarkıyla bitirirler. Şarkı ‘Tre Trallade Jantor’dur. O sırada salondaki bütün izleyiciler ayağa kalkar ve ‘Dağ başını duman almış/Gümüş dere durmaz akaarrrrr….’diye İsveçli sporculara eşlik eder. Durumu bilmeyen İsveç medyası olayı "centilmen Türk seyircisinden jest" olarak yorumlar. Nereden bilsinler, tam 40 yıl önce şirin şarkılarını millileştirdiğimizi…
“Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur/Katibimin setresi uzun eteği çamur… diye başlayan ünlü türkünün bestesi 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda kalan ‘eteklikli’ İskoç Alayı’na moral vermek için yazılmış ‘Donsuz askerler…’ diye başlayan bir asker şarkısıdır. II. Mahmut döneminde (1808-1826) modernleşme çabaları sırasında askerlere giydirilen setre ve pantolon mutaassıp çevreler tarafından ‘sokağa donla çıkmakla’ eşdeğer görülmüş, özellikle de ‘gavur mukallitliği’ denilen bu modernleşme hareketine çabuk uyum gösteren eli yüzü katipler halkın diline düşmüştür. Bir İstanbul külhanbeyi, bu katiplerle alay etmek için, Üsküdar yolu üzerinde olan Selimiye Kışlası’nda kalan İskoç askerleri için yazılan marşın müziğine Türkçe sözler yazar ve ünlü Katibim türküsü ortaya çıkar.
1974 Kıbrıs ‘Barış Harekatı'ndan sonra bir Yahudi şarkısına Türkçe sözler yazılmış ve ortaya Ayten Alpman’ın ünlü Memleketim şarkısı çıkmıştır. 1980 darbesinden sonra solcu mahkumları ‘millileştirmek’ için marş niyetine binlerce kez çalındığı için bu gün pek çok eski mahkum, bu şarkının adını duyduğunda bile ciddi bir gerginlik yaşar. On binlerce Fenerbahçelinin coşkuyla söyledikleri Yaşa Fenerbahçe Marşı, Franko dönemine ait faşist güfteli Viva L'Espanya (Yaşa İspanya) adlı İspanyol marşıdır ve bugün İspanya’da pek çok kişi bu marşı duymaya tahammül edemez. Ülkücülerin söylerken gözlerini yaşartan “Çırpınırdı Karadeniz/Bakıp Türkün Bayrağına” türküsü 18.yüzyılda yaşamış Sayat Nova adlı Ermeni sanatçının Kamança adlı şarkısının Türkçesi’dir.

((devamı sol büyük sütunda))

5 Ekim 2007 Cuma

27 Temmuz 2007 Muhtırası ve Tutum


Muhtıraya da
Darbe tehdidine de
hayır !..


Askeri zorbaların kıymeti kendinden menkul
Irkçı-bölücü muhtırasına ve darbe tehditlerine karşı
Direnişe çağırıyorum!..


Mihrac Ural

mircihan@gmail.com

28 Nisan 2007


Hiçbir gerekçe, ne kadar önemli ve gerekli olursa olsun, kim tarafından yapılırsa yapılsın, halk adına, halkın iradesine dıştan müdahale yapma hakkına sahip değildir. Bu hakkı askeri aparatları eline geçermiş olan seçilmemişlerin yapması ise, halkın iradesine pervasız ve sefil bir tecavüzden ibarettir. Bu dayatmalara karşı hayır diyor, ısrarına karşı da halkımızı direnişe davet ediyoruz.

Demokrasi ve özgürlük için on yılların mücadelesini sürdüren tüm devrimci, demokratik, ilerici güçler, bilmelisiniz ki, muhtıranın ve darbe tehdidinin her türü, öncelikle halkın hak ve hukukuna bir tecavüzdür ve sonuçta halkın özgürlük ve demokrasi taleplerine ve bu uğurda mücadele edenlere yöneltilmiş faşist bir saldırıdır.

Her tarihi kesitte bir kara kader gibi ülkemizin alnına ve halklarımızın sırtına yapışmış olan, bu kıymeti kendinden menkul darbeci girişimlere karşı direnmek, hayır demek, gerektiğinde meşru müdafaa hakkımızı her araçla kullanmak, tarihi bir görev olarak karşımızda durmaktadır. Atanmışların, bir biçimde askeri apolet takmış olanların, yetkisini kimden aldıkları belli olmayan tehditleri olarak, siyasal yaşamın yönlendirilmesine yaptıkları bu gayri meşru müdahale, gerçekte tek başına, siyasi iktidarlara karşı yapılmış bir müdahale değildir. Bu tür müdahaleler, halkın kendi siyasal ve sosyal kaderi üzerinde özgürce belirleyici olmasına karşı girişilmiş pervasız ve haksız bir tecavüzdür.

Bu maceracı tehdidin, AKP’nin iktidarda olmasıyla, Cumhurbaşkanı seçimlerinde tek adayın AKP den çıkmasıyla, laiklik tartışmaları ya da vatan-millet koruma teraneleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu girişim, haddini bilmezlerin, halklarımız üzerinde geçmişte olduğu gibi bu günde, harman süreceklerini sanma yanılgısının, hakir bir hak ihlali ve sorumsuz girişimi olarak gündeme gelmiştir. Üstelik bu girişim, kendinden emin olmayanların korkakça girişimi olarak gece yarısına sığınmıştır.

Gece yarısı muhtıraları korkakların işidir. Halklarımızı, bu vakitlerde korkutabileceklerini, psikolojik olarak, geçmişteki darbelerin gece yarılarından sonra olduğu çağrışımlarına sığınan, yaptığı işten emin olmayan dişleri dökülmüş, tarihin çöp tenekesinden başka mekanı olmayan bir girişimin ifadesidir. Bu girişimin dile gelebilecek en belirgin özelliği de ırkçılığıdır. Anadolu’nun etnik ve kültürel mozaiği gerçeğini ayaklar altına alışıdır. Ülkemizin ulusal renklerini inkar, kültürel zenginliğine tehdit, ayrı varlık olmaya ölümü reva gören ilkel, çağdışı bir girişimdir.


Bu vatan birimizin değil hepimizindir, ne mutlu türküm diyenler kadar, ne mutlu Kürdüm, ne mutlu Arap’ım, ne mutlu Ermeni’yim, Rum’um … diyebilenlerin vatanıdır.Kendi etnik kimliğiyle mutlu olanların, başkasının etnik kimliğiyle mutlu olmasına düşman olmadığı bir vatının ortaklarıdır. Bu vatanın barış ve kardeşlik coğrafyası olabilmesi ise, burada yatar. Birinin mutluluğunu, diğerinin düşmanlığı olarak görenlerin bölücülüğüne bu coğrafyada artık yer kalmamıştır. Bu günkü saflaşma bu noktadadır. Sorun, ne laiklik nede Cumhurbaşkanlığı seçimindedir, boynumuzda emanet duran ülkemizin, sahibi olan gelecek kuşaklara, hangi temel kıstaslar etrafında teslim edileceğidir; özgür, demokratik ve halkın iradesi dışındaki tüm müdahale ve dayatmalara kapalı olacağı ya da halkın iradesinin keyfi gasplarla ayaklar altına alınmasına müsaade eden bir siyasal yapılanmada kalacağına karar vermektir

Ayrıca bilinmeli ki, bu tür girişimlerden zarar görecek olan AKP ya da benzer yönetimler değildir. Tek zararlı taraf halklarımız olacaktır. Halkların siyasi iradesine yapılan dayatmalar, halkların hak ve hukukuna yapılabilecek en büyük kıyımdır. Ülkemizin siyasal yelpazesinde AKP yi hiç aratmayacak, vahşetin, karanlıkların diplerinde dolaşan siyasal partiler az değildir. Cumhurbaşkanlığı makamını AKP adayı dışında dolduracak, rezil bir Irkçılığın, ilkel milliyetçiliğin en onarılmaz türlerini temsi eden devlet ricali de az değildir. Sonuçta biri olmasa diğeri bu makama getirilecektir. Ancak, muhtıraların, darbelerin yapacağı yıkım ve kıyımlar, hak ve hukuk gaspları, ülkemizin yakın tarihindeki örneklerinde görüldüğü gibi, ortak vatanımızın tüm değerlerini zedeleyecek, barışı ve adaleti bir kez daha onarılması güç şekilde yok edecektir. Bu maceraya ortak olmak için, hiç kimsenin hiçbir geçerli nedeni yoktur.

Bu gerçekleri göz önüne almayan, ırkçı, milliyetçi itimlerle, gizli açık muhtıra ya da darbe destekçilerinin gösterdikleri tutum, siyasi kararın tek müracaat yeri olan halkın iradesine güvensizlik ve saygısızlıktır. Bunun kefareti ise çok ağırdır. Bu konuda ikircimliğe düşenler, halkın özgür tercihleriyle yüz yüze geldiklerinde, ödemek zorunda kalacakları ağır faturanın altında ezilmekten kurtulamayacaklardır.

Son sözümüz, tarihleri boyunca halkın iradesiyle sağlıklı bir bağ kuramamış, her tarihi kesitte marjinal kalmış, muhtıra destekçisi, sosyal demokrat, solcu, sol milliyetçileredir. Tarihsel ilerlemelerin, toplumsal gelişmelerin, halkın iradesi dışında, üstten dayatılan kararlarla gerçekleştirebileceği yanılmasının bir sonucu olarak, halkla bütünleşememenin içine düşürdüğü marjinalliği ve aczi bir kez daha, askeri zorbaların muhtıra ve darbe tehditlerine araç yapmayınız. Halkın iradesine dıştan yapılan dayatmaları, gizli açık destekleyerek kazanabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Halktan koparak, halkın iradesine güvenmeden, ortak ülkemiz, demokrasi ve özgürlükler için yapılabilecek hiçbir şey olamaz. Bu gün açık ve net bir tutumla muhtıracılara karşı hayır diyebilmeli, darbe girişimlerine karşı direnişe hazır olmalısınız. Halkın çıkarları buradadır. Halklaşmak için, güçlü bir siyasal duruş ve başarı için bu gün alacağınız tutum bu arenada var olup olmayacağınızı belirleyecektir. Unutmayın ki, her türden milliyetçi ilkelliğin, bölücü ırkçılığın orijinali olduğu bir siyasal yelpazede, taklitçilere yer yoktur. Yerinizi ve renginizi açıkça ilan ediniz.

Buradan Türkiye Halk kurtuluş cephesi (THKC) olarak, ilan ederiz ki, kimden ve nasıl gelirse gelsin, halkın iradesine yapılan dayatmalara hayır diyoruz. Ülkemizin bu gün öne çıkan en ciddi saflaşması budur; demokrasi ve özgürlükten yana ya da muhtıra ve darbelerden yana olmaktır. Bu saflaşmada ikircimli davranmak, askeri diktatörlüklerden, faşist darbecilerden yana olmak demektir. Halklarımızın çıkarı ise bu girişmelere karşı her araçla direnmekte yatıyor.

Örgütüm adına, temsil ettiğim tüm özgürlük ve demokratik değerler adına, halklarımızı muhtıracılara, darbecilere ve onların sivil uydularına karşı hayır demeye, her araçla direnmeye çağırıyorum.

Bu ülke birimizin değildir, farklı etnik, ulusal kültürel, ayrı varlıklarımızla hepimizindir. Bu gerçeği her defasında yeniden bir birimize kanıtlamakla yükümlüyüz, barış içinde bir arada yaşamanın başka yolu yoktur.

Hiç yorum yok: