Sınırları insan erdemleriyle belirlenmiş, ne sınıfsal ne de etnik nedenlere mahkum olmamış doğrularımızla özgürlük ve demokrasi mücadelesini sürdüreceğiz...

BURADAYIZ İŞTE...

OKURLARIMIN DİKKATİNE. BLOGUMDA TEKNİK BİR ARIZA YA DA BİR SALDIRI GERÇEKLEŞMİŞTİ.. ŞİMDİ HER ŞEY YOLUNDA...EMEKLERİMİZ BURADA... SAĞLICAKLA KALINIZ...

PARALEL BİR BLOG DA DEVAM EDİYOR...

Yeni blogun adresi: http://mirural.blogspot.com/

ŞU AN İZLEMEKTE OLDUĞUNUZ BLOG ADRESİ İLE YENİ BLOG ADRESİ BİRBİRİNE ÇOK YAKINDIR. İLGİNİZE TEŞEKKÜRLER.

MİHRAC URAL

...

...

...

...

TÜRK MODERNLEŞMESİ JAKOBENİZM VE BONAPARTİZM

Yener Orkunoğlu

Türkiye'de modernleşme hareketinin tarihini ve modernleşmenin toplum üzerinde yarattığı etkileri incelemek ve aynı zamanda modernleşme konusunda liberal entelektüellerin yarattığı yanılsamaları açığa çıkarmak zorundayız.
Liberal entelektüellerin çarpıttığı bir konu var. Siyasal İslam'ın yörüngesine girmiş bir çok entelektüel, Türkiye'deki Kemalistleri Jakoben olmakla suçlarlar. Yani Jakobenizm, darbeci ve anti-demokrat olmakla özdeşleştirilir. Böylesi bir değerlendirme, Jakobenizmin çarpıtılmasıdır. Kemalizm'i, Jakobenizm olarak değerlendirmek, Jakobenizme karşı bir haksızlıktır. Çünkü Jakobenizm, Fransız Devrimi döneminde küçük burjuvazinin (baldırı çıplakların) radikal bir devrimci hareketi olarak doğdu. Fransız Devrim hareketinin sol kanadını oluşturur.
((Devamı orta sol sutunda))

..

..

Mihrac Ural

Mihrac Ural

Yeniden felsefe okumak


Cumhuriyetin Doğuya sırtını dönmesinin mahkumu idik. Alfabe kırılmasının sonucu da, okuma adına nemiz var nemiz yok, arşivlerin küfüne terk edildi. Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle zaten olmayan okumalara, sıçramalardan oluşan, dengesiz ve sonuçta eksiklikten kaynaklanan bir topallamaya düştük. Bu da, ülkemiz felsefe bilincinin derinlik ve bütünlüğünü oluşturacak zincir halkalarının kopuk olmasını getirmiştir.
Yunan felsefesi akılcılığının Aristo’yla temsil edilen sunumunu, İslami bir yorum ve ilerleyişle ele alan Farabi’de ifadesini bulan akılcılığa karşı, “ Tahafüt el Felasife” diyerek, dünya ve ahiret işinde akıla yer bırakmayan Gazali’nin, bu güne kadar süren tutuculuğundan yana saf belirlemiştir. Gazalinin, “filozoflar”ın aklın hareketinden yana dünyevi olayları yorumlayan yaklaşımlarına karşı yaptığı eleştirilere, aklın bir militanı İbni Rüşt’ün ünlü cevabı olan “Tahafüt el Tahafüt” ü tanımazlıktan gelmiştir. Böylece sağ, Yunan ve batı felsefe okumaları eksiğiyle iki ayağı topal hale gelmiştir. Dayandığı felsefi okumaların karşıtlarını da bilmemekle, sığ kalmıştır.((Devamı sol ana sutunda))

****

****

24 Nisan soykırımı hepimizi katletmişti...

Mihrac Ural

Osmanlının yürüttüğü son katliam olan Ermeni jenosidi –soykırımı- hepimizi katletmişti. Tam 93 yıldır sürmekte olan zorunlu sürgün ile insanlık sucunda İttihat –Terakki’nin ‘SOYKIRIM’ imzası vardır.

Ermeniler, kendi uygarlık katkılarıyla Anadolu’ya renk katan, bölgemizin en eski uluslarından olup, ”katli vaciptir” denilerek yurtları yakılmış, eski çağların bile tanık olmadığı bir vahşetle toptan sürgüne mecbur edilerek, 1,5 milyon insanı katledilmiştir; sürgünde ayakları telef olan uygar insanlar, Aziz Paşa’dan ayakkabı talep edince, “Rahat yürüsünler diye bunlara ayakkabı giydirin” diyerek verdiği emirle, “ayaklarına at nalı çakılmıştır”. Aç çocuklara, yüksekten sarkıtılmış ipe bağlı ekmekle, tavşan kaç tazı tut oyunu oynayarak işkence yapan, “su içerken yılan bile dokunmaz” erdemini ayaklar altına alarak, susuzluktan yerdeki su birikintisine yüzü koyun uzanıp su içen insanları topluca kurşuna dizen bir vahşet yaşanmıştır.

Dünya kamuoyunca tüm çirkefliğiyle bilinen bu katliamın Osmanlı sorumluluğunda olmasına karşın, TC. dahi bu kirli mirası reddetmeye yanaşmamış, Osmanlıyı savunmuştur; Maktulleri, katil ilan ederek saldırıya geçmiştir. Gerçekler sürekli inkar edilerek, yadsımaya dayalı bir düşünce sistematiği kurulmuştur.

“Resmi tarih” diye ünlenen tezler, inkarların tarihi olarak topluma dayatılmıştır.**19. yy sonlarından başlayarak, Katolik ve Gregoryan (Ortodoks) diyerek birbirlerine kırdırılan, tenkil ve sürgünlerle, mal mülklerine el konularak baskı altında tutulan Ermenilere yönelik soy kırımı, I Dünya savaşının, malum bol bahaneleri altında girişilmiştir (24 Nisan 1915).

Savaş sırasında, önce Ermeni gençlerinin Askere alınarak silahsız bırakılması ve ardından toplu tasfiyelerin yapılması, geride kalan Ermeni halkının Tenkil ve sürgünlerine geçilmesi. Bu konuda talimatların dakik bir biçimde, en yetkili resmi merciler tarafından istenip, izlenmesi. O dönemin Sadrazamı (Başbakanı) Talat Paşa’nın, başından itibaren olayları, dikkatlice takibi, emirler vermesi, istatistik tutması (iskan edecekleri yerde dahi nüfusa göre oranlarının %5 geçmeyecek düzeyde tutulmaları talimatları da dahil) ve bunun en ince ayrıntısına kadar yazılı özel notlarla tescili, Ermenilere reva görülen her şeyin, planlı bir tarzda icra edildiğini göstermeye yeterlidir (Ermeni tehciriyle ilgili Talat Paşa’nın tutanakları için bkz. Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi, 24 Nisan 2006’dan itibaren yayınlanan dizi) Bu, Ermenilere ilişkin, adına ne konulursa konulsun, yapılacak olanların önceden planlanmış eylemler olduğunu gösterir.

Bundan sonra, sonuçlara bakılarak, yapılanlara verilecek ad, tanımlamaya geçilir.*Böylesine planlı ve en ince ayrıntısına kadar takip edilmiş ve bir etnik topluluğa yönelen, sonuçta en iyimser tahminlerle, el yazması tutanaklardaki rakamlarla bir milyon (1000 000) üzerinde Ermenin ölümüne yol açan, kimi şehirlerde nüfusu yüz binlerden sıfıra indiren, çoluk çocuk on binlerce canın etnik yapısını değiştirmek için farklı etnik toplumlara dağıtan, topraklara el koyan, binalarını yıkan, her türden maddi ve canlı servetine el koyup katleden girişimlere, soy kırımından başka bir ad verilemeyeceği görülür.

Bu bir soykırımdır. (..)Osmanlıdan, cumhuriyete süre gelen bu aklın, daha uzun süre yürürlükte olma tehlikesi tüm çıplaklığıyla kendini göstermektedir. Tarihimizle cesurca yüzleşmeden bu aklı toplumsal işlevlerimizden ve geleceğe ilişkin yaşam planlarımızdan söküp atmak güç gibi duruyor.
((*)Ermeni jenosidi ve Kürtleri inkarı –Mihrac Ural)

**
Sıranın kendisine gelmeyeceğini sananların dikkatine, bu vatanın birimize değil, hepimize ait olduğunu bir kez daha, bin kez daha yeniden birbirimize kanıtlamakla yükümlü olduğunuzu artık anlamak zorundasınız.

Bilmelisiniz ki, farklılıkları içselleştirmek, onlarla barış içinde yaşamayı fiilen gösterip, haklarını anayasal ve kurumsal güvencelerle kökleştirmek ertelenmez bir görev haline gelmiştir, bu yapılmadıkça bu vatanın hepimize ait olduğuna kimseyi inandıramazsınız.

Mümkünü, imkansız hale getirmeye devam ederseniz, sizi biz farklılar, ayrı varlıklar bile kurtaramaz. Bunun vebali, Hrant Dink’in katline yol açan akıl sistematiğinin kıyımına tek tek ve topluca maruz kalmaktır bilesiniz.
((*)Hrant Dink'in Katli ve Tarihi Gerçekler –Mihrac Ural)


Murat Altunöz’ün Beklenen Kitabı Kırılgan Zamanlar Çıktı…

2002 Ocak ayında başladığımız yolculuğumuza 7 yıldır devam ediyoruz. Karalama Dergisi, ülkenin koşullarına göre bazen inişler ve çıkışlar yaşamamıza rağmen her geçen gün dergimizle daha da büyüyoruz.

Karalama Dergisi olarak;
Şair Nevruz Uğur ve Halil İbrahim Yıldız’ın kitaplarından sonra Karalama’nın Kurucusu ve halen Editörü olan Murat Altunöz’ün Kırılgan Zamanlar adlı kitabını yayımladık.
Geçmiş zamanların, kırılmış, yalnız ve hüzünlü dizelerinde bulduk kendimizi,
Her dize de bir direniş, bir sürgün, bir ayrılık ve özlem var.
((Devamı sol alt sutünda))

...

...

Yerel Çeteleşmenin Boyutu...

Murat Altunöz /Gazeteci

Çeteleşme yıllar sonra Ergenekon operasyonuyla tekrar gündeme geldi. Eskiden bildiğimiz mafya sistemi çökmüş artık daha organize ve daha profesyonel bir hal alan almıştır.Bazı yazarlar, Emekli Polisler ve Emekli askerlerinde içinde bulunduğu yeni bir yapı ortaya çıktı.Aslında bu tür çeteleşmeler yıllardır hep ülkemizde vardır. Ama bu hafta benim bahsetmek istediğim yerel çetelerdir. malesef son yıllarda ciddi anlamda yerel çeteleşme ve Organize suçlarda bir çoğalma vardır. Zaten Hatay il Emniyet Müdürü Osman Çapalı'da bu konuya dikkat çekerek " Bireysel suçlar artık organize suçlara kaymıştır" demiştir.
((Devamı sol ana sutunda))


İNTERAKSİYON

Faiz Cebiroğlu
Her gelişim, karşılıklıdır. Her ileriye yönelik değişim, bir interaksiyondur. İnteraksiyon, karşılıklı etkileşim oluyor. İnsanlar, başkalarıyla birlikte yer alarak, başkalarıyla birlikte öğrenerek sosyal yönlerini geliştiriyorlar. Sosyal yönünü geliştiren insan, aldığı öğreti ve deneyimlerle bireysel yönünü ”işleyerek” yapılandırıyor. Yapılanma, ”özbilinç” ve ”özgüven” ile nitelik bir hal alıyor.

İnteraksiyon ya da karşılıklı etki, yaşadığımız toplumda, değişik yer ve ortamlarda farklı farklı oluyor. Dille başlayan diyaloğa; insanların bulunduğu yaşam tarzları, çalışma biçimleri ve kısacası sahip oldukları sınıfsal konumları da ekleniyor. Sosyal sınıf, gelişimde ”ana halka” oluyor. Sosyal sınıf, ileriye yönelik değişimin ”can alıcı noktasını” oluşturuyor.

(Devamı orta ana sütunda )
http://mirural.blogspot.com/

...

...

Yabancılaşmanın Dinamiği


Mihrac Ural

Yabancılaşma, insanlık ailesini birbirine yakınlaştıran, farklarını hızla öteleyen özel mülkiyeti ve olumsuz sonuçlarını bile köşeye sıkıştırma işlevi gören sonuçlarıyla, olumsuz değil çok olumlu bir role sahiptir. Tarihsel süreciyle derinleşip geliştikçe gerçekleşen yabancılaşma, insana çok daha cüretkâr olma, çok daha özgürce beyin labirentlerinde kurguladığı fantezileri yaşama ve bunu yaparken de dar anlamda aile, mahalle gibi klancı darlığın etkiler altında kalmayıp, geniş anlamda da ulusal sınırları aşıp belki başlangıcı sanal âlemin nimetleriyle, bilgi çağının iletişim olanaklarıyla bu tutku ve arzularının doruklarını zorlama şansını elde etmektedir.Yabancılaşma olmasaydı, emeğin sosyal etkilerinden bahsetmemiz mümkün olamazdı. Emek ne kadar sahibinden uzaklaşır, ne kadar sahibine belirgin olmaktan çıkarsa, o kadar evrensel ölçeklerde hizmet sunmaya başlamış demektir. Ve bir o kadar kültürel farklılıklarını hesaba katmadan ( renk, ırk, ulus, coğrafya, bölge farkı tanımadan) insan türüne ait hale gelmiş demektir.
((Devamı orta ana sol sütunda: ))
http://mirural.blogspot.com/

..

..

MİLLİ MARŞLAR

Ayşe Hür
1955'te İsveç'ten bir kız jimnastik ekibi İstanbul'a gelir. Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptıkları gösteriyi piyano eşliğinde söyledikleri bir şarkıyla bitirirler. Şarkı ‘Tre Trallade Jantor’dur. O sırada salondaki bütün izleyiciler ayağa kalkar ve ‘Dağ başını duman almış/Gümüş dere durmaz akaarrrrr….’diye İsveçli sporculara eşlik eder. Durumu bilmeyen İsveç medyası olayı "centilmen Türk seyircisinden jest" olarak yorumlar. Nereden bilsinler, tam 40 yıl önce şirin şarkılarını millileştirdiğimizi…
“Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur/Katibimin setresi uzun eteği çamur… diye başlayan ünlü türkünün bestesi 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda kalan ‘eteklikli’ İskoç Alayı’na moral vermek için yazılmış ‘Donsuz askerler…’ diye başlayan bir asker şarkısıdır. II. Mahmut döneminde (1808-1826) modernleşme çabaları sırasında askerlere giydirilen setre ve pantolon mutaassıp çevreler tarafından ‘sokağa donla çıkmakla’ eşdeğer görülmüş, özellikle de ‘gavur mukallitliği’ denilen bu modernleşme hareketine çabuk uyum gösteren eli yüzü katipler halkın diline düşmüştür. Bir İstanbul külhanbeyi, bu katiplerle alay etmek için, Üsküdar yolu üzerinde olan Selimiye Kışlası’nda kalan İskoç askerleri için yazılan marşın müziğine Türkçe sözler yazar ve ünlü Katibim türküsü ortaya çıkar.
1974 Kıbrıs ‘Barış Harekatı'ndan sonra bir Yahudi şarkısına Türkçe sözler yazılmış ve ortaya Ayten Alpman’ın ünlü Memleketim şarkısı çıkmıştır. 1980 darbesinden sonra solcu mahkumları ‘millileştirmek’ için marş niyetine binlerce kez çalındığı için bu gün pek çok eski mahkum, bu şarkının adını duyduğunda bile ciddi bir gerginlik yaşar. On binlerce Fenerbahçelinin coşkuyla söyledikleri Yaşa Fenerbahçe Marşı, Franko dönemine ait faşist güfteli Viva L'Espanya (Yaşa İspanya) adlı İspanyol marşıdır ve bugün İspanya’da pek çok kişi bu marşı duymaya tahammül edemez. Ülkücülerin söylerken gözlerini yaşartan “Çırpınırdı Karadeniz/Bakıp Türkün Bayrağına” türküsü 18.yüzyılda yaşamış Sayat Nova adlı Ermeni sanatçının Kamança adlı şarkısının Türkçesi’dir.

((devamı sol büyük sütunda))

4 Ekim 2007 Perşembe

"Yaratıcı Anarşi"


“Yaratıcı anarşi”

Yaklaşan tehlike ve önlemler



“Bu makale uzun oldu. Tüm anlatımlar makale sonunda yer alan ve ülkemin yüksek çıkarlarını gözeten, son iki cümlenin, alt yapısını hazırlamak için kaleme alındı, lütfen sabırla okuyunuz."





Bedreddin Mahir

14 Haziran 2007

bedreddin.mahir@gmail.com





Bölgemizin her ülkesinde, ABD askerine iş düşmeyecek tarzda, kardeş kardeşi katletmeli, halklar birbirini boğazlamalı, mezhepler savaşı en kanlı haliyle kesilmedin sürmelidir. Hiçbir bölge ülkesinin, barış içinde olmaması gerek.

Bunun için tüm koşullar olgunlaştırılmalı, en şok darbeler, ölüm denklemleri, toplu kıyımlar kesintisiz kaos tek tek her ülkenin başında demokles kılıcı gibi sallanmalıdır. Tek tek ülkeler kadar, her boydan insan toplulukları, yaşanabilir en üst gerginlik sınırlarında, şaşkın halde bırakılmasının koşulları yaratılmalıdır.

İşte ABD başkan yardımcısı Dick Cheney’nin cehennemi önerisi olan, ölüm denklemleriyle örülü “Yaratıcı Anarşi” budur.

Kimse görmemezlikten gelmesin her an kapınızı çalar sizi gafil avlayabilir. Bu labirent zaten sizi avlamak üzere dizayn edilmiş bir kara deliktir.


Şu an Filistin özerk yönetimi başkanı Mahmut Abbas (Ebu Mazin), Filistin’in meşru hükümeti Başbakanını grevden azlederek, tüm özerk Filistin topraklarında, sıkıyönetim ilan ettiğini açıkladı. Bu dönemin idaresi için özel bir hükmet ataması kararı aldığını temsilcisi aracılığıyla belirtti. Bir darbe anlamına gelen bu kararlar, Flitsin özerk bölgesinde sürmekte olan siyasi karmaşaya, yeni bir boyut ekledi.

Uzun süreden beri sürmekte olan Filistin siyasal karmaşası, Suudi Arabistan karlı Abdullah’ın ön ayak olduğu “Mekke İttifakı”yla ( 8 Şubat 2007) kabul edilebilir, bir istikrar çizgisine çekilmişti. Ancak bu ittifak, Hamas gibi bir direniş gücünü taraf kabul etmesi, özellikle İsrail ve ABD’nin istediği bir çerçeve değildi ve bu yüzden ABD yetkilileri ve İsrail işgalcileri tarafından, ittifaka soğuk bakılmış, tepki gösterilerek reddedilmişti. ABD ve İsrail ayrıca, her biri kendi alanında, Filistin halkının seçimlerle iş başına getirdiği ve başında direniş örgütü Hamas’ın bulunduğu İsmail Heniya başbakanlığındaki Filistin meşru hükümetini tanımadığını ve bu hükümet iş başında olduğu sürece, Filistin halkına ait maddi kaynakların ulaşımına olanak vermeyeceğini serbest bırakılmayacağını belirtmişti.

Bu süreç, son aylarda, “Mekke İttifak”ının yeni bir karmaşadan başka bir şey üretmeyeceğine, önemli bir göndermeydi. Nitekim Irak işgalinden itibaren, ABD başkan yardımcısı Dick Cheney’nin ölüm tezgâhlarında üretilen ve bölge ülkelerini bir biçimde iç karışıklıklarla kaosa sürüklemek üzere dizayn edilen “Yaratıcı Anarşi” tezinin, Filistin’de ikame edilmesi için kollar sıvanmaya başlanmış oldu. ABD, Irak bataklığında çırpındıkça bu ölüm denklemi bölgemiz halklarının, ülke ve devletlerinin başına bir kara kader gibi dayatılmaktaydı. Irak bu amansızlığın pençesinde uzun zamandır kıvranıyordu, ardından Suriye için girişimlerde bulunuldu bu tutmayınca, Lübnan bu ölüm tuzağının pençesine düşürüldü ve hala ölüm ile yaşam arasında gidip gelmektedir. Bu gün bu karanlık ve boğucu girişim, uzun süren bir hazırlıktan sonra Filistin halkının makûs kaderi haline getirildi. Irak’ta en kanlı haliyle süren yaratıcı anarşi, Filistin’de en kanlı haliyle tecelli ettirildi.

“Yaratıcı Anarşi”, bölgede ikame edildiği her yerde olduğu gibi, Filistin’de de iç karışıklığın kaos boyutuna derinleştirilmesini amaçlıyordu. Bununla, dünyanın gözleri önünde ve bağımsız gözlemcilerini teyit ettiği seçimler sonucu, Filistin yasama meclisi çoğunluğunu kazanan ve hükümet kurma hakkını elde eden direniş güçlerin işlevsizleştirilmesi, bölge ülkelerine ve halklarına bir örnek olarak belirmelerinin engellenmesi, İsrail’i sıkıntıya sokacak direniş güçlerinin meşruiyetlerinin pekişmeden katli ve uzun bir kanama dönemi içine sürülen Filistin halkının toparlanmasını engelleme gibi inanılmaz kapsamda çöküş amaçlanıyordu. Bunun için önemli bir tarafa ihtiyaç vardı. Bu da mevcuttu. Filistin devriminin uzun yıllar öncülüğünü yapmaktan, içine girdiği çözümsüzlüklerden, yönetim yozlaşmasından ve yolsuzluğundan, çıkışsızlıkla müptela hedefi zayıflamış kadrolarıyla ve son seçimlerde aldığı ağır yenilgiyle El Fetih milisleri en uygun edatı teşkil ediyordu.


Kuruluşunda bu yana El Fetih örgütü devrimci direniş etkinliğinden çok şey kaybetmişti. Yaser Arafat önderliğinden ve onun ruhundan geriye bir şey kalmamıştı. Tipik bir silahlı iktidar milisi haleni gelmişti. Bu gün Filistin özerk yönetiminin başında bulunan Mahmut Abbas, İsrail’le 1993’te yapılan ve teslimiyet olarak görülen Oslo Anlaşması’nın mimarı olarak, aynı zamanda El Fetih’in başında bulunuyordu. İşte bu veriler, ABD’nin kirli planlarını ikame etme ve İsrail lehine sonuçlar vermesini sağlamak üzere, el fetih örgütünün maddi ve askeri olarak desteklenme kararını gündeme gelmiştir. Böylece Filistin halkının meşru tercihine karşı, silah ve maddi destekle, el fetih örgütü iç savaş için, kanlı kardeş kavgası içine sürüldü.

ABD’ Irak bataklığında battıkça, bölgeden hızla bir taban kaybına uğraması, yaratıcı anarşi tezinin, her ülkede işbirlikçi güçler aracılığıyla oluşacak kaosların derinleştirilmesi üzerine kurulu politikaları yükseltiyordu. Bu politikanın bu günkü üretimi, Filistin iç savaşı ve darbeleri olarak piyasaya sürülmüş oldu.

Ne olduğu üzerinde hala tartışma olan Filistin özerk yönetimi ve denetlediği yaşam alanları, iki düşman kardeş kampına, iki farklı ve çatışmalı iktidara doğru hızla yuvarlanmış oldu. Bir yandan halkın özgür ve demokratik seçimlerle seçtiği direniş güçleri, diğer yanda İsrail’le, her türlü teslimiyete hazır hale getirilen El Fetih’in yoz milis güçlerinin çatışmasının belirleyeceği bir kanlı süreç açılmış oldu.

İsrail’in Filistin direnişi karşısında ve özellikle Lübnan’da aldığı ağır yenilgi sonucu ciddi bir moral ve etkinlik çöküşü içine girmişti. Bu tıkanış, ABD’nin Irak’taki haline benzer bir tablo gibi ortaya çıkmıştır. Bu yüzden, yaratıcı anarşi tezinin bu çöküşe bir çıkış sağlayabileceği hesaplanmıştı. Kendi güçleriyle sıcak çatışmalarda taraf olmak yerine, kardeş kardeşi vurdurtacak planların tatbiki daha az maliyetli ve daha çok kazançlıydı. Bu yöntem üzerine uzun zamana yayılmış bir çalışma ve dirsek temasları kurulmuştu. El fetih’in zaman içinde yozlaşan önemli sayıda askeri ve sivil kadroları bunun için önemli bir kayış görevini görebilirdi. Bu süreçte Ürdün gibi, Mısır, Suudi Arabistan gibi gerici yönetimlerde devredeydi. Özellikle Ürdün Kralı II. Abdullah, bilenen çirkin oyunlarına yenilerini ekleyecek, her siyasi saflaşmayı bir Şii-Sünni çatışması olarak yorumlayan kışkırtıcı çabaları önemli hizmetler sunar nitelik almıştı. Suudi Arabistan’ın ilkel dinci ancak bir o kadar ABD maşası Prensleri, inanılmaz para kaynaklarıyla bu süreçte yerlerini almakta gecikmedi. Bunu anlamak için bölge çapında iç savaşlar, çatışmalar, şok eylemleri için harcanması ön görülen yıllık ödeneğin 60 milyar dolara ulaştığından bahsedildiğini bilmek yeterlidir. Bu para miktarı, birden fazla devleti tüm vatandaşlarıyla ihya edecek, refaha kavuşturabilecek bir kaynaktır. Böylece, planlar yapıldı, destekler ve kaynaklar oluşturuldu, zaman zaman kanlı toplu kıyımlara varacak çatışmalara da icazet verildi. Koşullar öylesi bir düzeyde olgunlaştırıldı ki, Filistin davası haklı bir halk davası ve toprak davası olmaktan çıkarılıp, bir iç kıyım, barbarlığın içsel tasfiyeleri davası haline getirilmiş oldu. Afrika’nın ilkel kabile savaşlarına ilişkin dünya kamuoyu algıları, tarihin en büyük ve yoğun ve en çeşitlilik arz eden uygarlık merkezi Filistin topraklarına ilişkin algılarla eşitlenmiş oldu.


“Yaratıcı Anarşi” tüm etkinliğiyle, tarihin en mazlum halkı Filistinlilerin başına ölüm denklemlerinin en yamanını örüyor



“Yaratıcı Anarşi” önü ölüm arkası ölüm olan, bir sırat köprüsü.
Hangi yakasına varırsan var,
ölümden başka şeyin olmadığı bir cehennem.


Bu satırların yazarı komplo teorilerini benimsemez. Bu teorilerin akıl diyalektik süreçlerini yadsıdığına kanidir. Her şeyi bir Komplo olarak görmek, basite kaçmak, olayların nedenlerini bilme uğraşı vermemektir, sonuçlardan tez oluşturma çabasıdır. Komplo vardır ve kesintisizce yapılmaktadır ama komplo da olsa nedenleri, uygun ortamı ve nesnel aktörlerinin olması gereklidir. Bu yüzden her olay, verileriyle bir vakadır. Uzaktan kumandayla yoktan var edilmemektedir. Evet, bölgemizde bir dizi komplonun yürürlükte olduğu da doğrudur. Ancak komplolarla birlikte tüm olayların nesnel verileri olgunlaşmış olduğu için uygulanabilir durumdadır. Bu açıdan bakınca “Yaratıcı Anarşi”, bir komplo olarak yorumlanabileceği gibi gerçekte, unsurları bir araya getirilerek ve var olan objektif verileri bir unsur haline dönüştürerek sahnelenmekte olduğundan bahsetmek yanlış olmayacaktır. Bölgemizdeki kanlı olayların ve ölüm düzeneklerinin ikamesi, birden çok tarafın ilişki ve çelişkilerine bağlı olarak, kararsız bir dengede, inişleriyle çıkışlarıyla gündeme gelmektedir. Sadece kulislerde, karanlık odalarda kurgulanan ve bir o kadar kolay tatbik edilen senaryolar değildir. Bu yüzden de, her ölüm planının işlerliğe konuluşuna kadar geçecek kesitlerde, kararlı bir halk iradesiyle çökertilmesinin mümkün olduğunu bilmek gerek. Aksi takdirde, tarih komploların tarihi olur çıkardı.

Filistin’de olayların gelişim de, belli birikimler üzerinde adım adım böylece ilerledi. Son olarak bir hafta içinde direniş hükümetine karşı, teslimiyetçi el fetih güçlerinin kanun ve hukuk tanımaz davranışları büyük bir tırmanış kaydetti. Filistin halkının onayını almış olan, Meşru Hükümet, kendi direnme kuvvetleriyle, bir yandan İsrail’in bitip tükenmez kıyımını diğer yandan el Fetih’in provakatif eylemlerini dizginleme ve mücadelenin ana hedefinin, işgalci Siyonist İsrail olduğunu öne çıkartma girişimleri her seferinde boşa çıkarılıyordu.

İsrail bu sürede, boş durmadı. Mümkün olan en azami sayıda direnme liderini kirli tasfiye eylemleriyle, uçak, helikopter ve kara askeri güçleriyle, füze, bombalama nokta operasyonlarıyla tasfiye etmekteydi.

İsrail, ABD gibi batının tüm etkin evrensel desteğini alarak büyük bir avantajla, bu kirli savaşını sürdürürken, Filistin direniş örgütleri de kendi çapında dost ağını genişletme çabasında oldu. Bir taraftan boğucu ambargolarla, maddi kaynaklarının işlerlik kazanması yasaklanmış, diğer yandan ölüm mekanizmalarıyla kırılmakta ve iç savaşa dayatmasıyla kardeş kavgasına itilmeye karşı, kendini korumak için ittifaklara, destek arayışlarına yöneliyordu. Bu yönde de başarılar kaydedildi. Filistin direniş hükümeti tüm kuşatmalara rağmen çökmedi. Ayakta kaldı. Halkının desteğiyle, bir yandan direnişini sürdürdü diğer yandan idari ve ekonomik işlevlerini yerine getirdi. İsrail’in Lübnan’da Hizbullah tarafından uğradığı ağır yenilginin verdiği güçlü moralle de, kurtuluş savaşına yeni teknik ve kullanılabilir etkin araçlarla hız verdi; füzeler artık ne hava kuvvetleri üstünlüğü tanıyordu ne de cephe savaşları gibi klasik bir mevzileniş içinde olmayı. Direniş güçleri, İsrail’in her ölüm saldırısı ve kanlı kıyımına karşı cevap olarak, füze saldırılarını yükseltiyordu. Direnme kırılmak bilmiyordu, Bu ise, ne ABD’nin ne de İsrail’in istediği bir şeydi. Direniş kırılamıyordu. Bir kez daha ve etkin olarak Filistin güçleri arasındaki bölünme üzerine oynanmaya başlandı. Yeniden kimi teslimiyet güçleri desteklendi, silahlandırıldı. Maddi güç ve uluslararası destekle ödüllendirildi. Ancak bu kirli destekler bir türlü sonuç alamıyordu. Yaratıcı anarşinin kökleşebileceği bir zemine geçilemiyordu, bir şeyler hep eksik kalıyordu. Oyunlar bir biçim de bozuluyordu.

12 Temmuz 2006’da, İsrail’in Lübnan’a saldırısıyla bir çıkış olanağı arındı. ABD diş işleri bakanı Rice, “Artık Orta doğuda hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır, yeniden düzenlenmiş bir Ortadoğu, Büyük Ortadoğu Projesi hayata geçirilme kapısı açılmıştır” diyerek bu kirli savaşın arkasında durduğunu, ortak olduğunu ilan etti. Büyük hava koridoruyla da, İngiltere’nin ortaklık ve yardımı da alınarak, top yekûn imha silahları, füzeleri, bombardıman aparatları ve gerekleri İsrail’e hızla taşınmaya başlandı. Üç günlük bir savaş hesapları yapılıyordu. 5 Haziran 1967 ‘de İsrail’in ani saldırısıyla başlayan ve 6 günde biten “6 gün savaşı”na atfen gün sayılıyordu. Bu yanılgının peşinden, Suudi Arabistan gibi kimi Arap ülkeleri de sürüklendi, aylar önceden planı yapılan bu kirli savaşı, Hizbullah’ın İsrailli iki askeri esir alması ve İsrail’deki esirlerle mübadele etmek istemesinin yarattığı gerekçeye bağlıyorlardı. Bununla da kalmayıp “ Hizbullah maceracılığı İsrail’i savaşa mecbur etti” gibi insafa ve izana sığmayacak açıklamalarla bu savaşta taraf oluyorlardı.

Ancak günler saymakla bitmiyordu. Öyle ki, İsrail ilerleyişi hesap edilenin tersine gerilemeye başladığı savaşın 15. günü itibariyle, yenilginin ilk belirtileri kendini göstermeye başlamıştı. Hizbullah mevzilerini korumuş, tem temel kadrolarını korumakla kalmamış İsrail’in her sınır geçişine ağır kayıplar verdirmeye başlamıştı. Füzeler ise gökyüzünde özgürlük ıslıkları çalarak İsrail’in en önemli kentlerini tehdit eder hale gelmişti. Milyonlarca İsrailli şaşkın şaşkın, sığınaklarda alışık olmadıkları ama yönetimlerinin Filistin halkına her gün, ölümlerle birlikte yoğurdukları bir yaşam gerçeğiyle karşı karşıya kalıyorlardı. Bu II. dünya savaşında Nazi Almanya’sının savaş başlarında hiçbir şeyden habersiz, Nazi ordularının talan ettiği ülkelerden gelen servetlerle tatlı tatlı yaşarlarken, savaş dengesinin bozulmasıyla gerçeklerle karşı karşıya kalma durumuna benziyordu. Gerçekte de Siyonist İsrail devleti, bölgemizde bir tip Nazizm’den başka bir şey değildi.

Temmuz 2006 savaşı artık 20. gününde İsrail için sürdürülemez bir savaş haline gelmişti. Kırılmalar başlamış, ağır tankları ki, dünyanın en gelişmiş ve en dev tankları olan Mirkabalar ardı arkası kesilmeden devriliyor savaş dışı kalmıyordu. İsrailli çocuklara füzeler üzerine imza attıran Siyonist zihniyetin Lübnan çocuklarına gönderdikleri ölüm hediyeleri, sahiplerine iade ediliyordu. Savaş artık tıkanmıştı, dengeler tarihi bir değişime gitmişti. Ancak ABD ısrarla savaşa devam diyordu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi her zamanki gibi ABD baskısı altında akıllara ziyan savaşa evet, birkaç gün daha lazım, düzenlemeler bitmedi adı altında göz yumuyordu. Bu tutum bu konseyin bir kez değil binlerce kez ölümünü ilan eden tutumdu. Ama güçler dengesi yine kılıcını vuruyor savaş durdurulamıyordu. Savaşan iki taraf ateşkese razı olmasına karşın ABD hayır diyordu. Ancak gerçekler tüm dayatmalara ve güç uygarlıklarının baskısına karşı, kendini kabul ettirdi. Savaş kıvrak ve kaygan cümlelerle, “düşmanca saldırıların durdurulması” şeklinde bir kararla, ne ateşkes kararı, nede savaşın sona ermesi gibi kavramları taşımadığı için, her an yeniden aynı eylemlere geri dönülebilir açık kapısını bırakarak sükunet sağlanıyordu. 33 gün, İsrail askeri olarak çökmüştü, ABD’nin “ Büyük Ortadoğu projesi, BOP” bir büyük fiyaskoyla sonuçlanıyordu. Savaşın ilk günlerinde İsrail destekçisi gerici Arap yönetimleri de hızla çark kırıp kendi halklarının gazabını dindirmenin yollarını aramaya doğru çark kırmaya girdi. Bölgemizin tüm teslimiyet eğilimleri ağır bir darbe alarak kendilerini yeniden organize etmeye, rektefeye çekme durumunda kaldı.

Bu ağır yenilginin siyasi, sosyal ve ekonomik sonuçları hızla kendini İsrail toplunda göstermeye başladı. Büyük umutlar, tarihi idealler, yenilmezlik efsaneleri, geçilmezlik payeleri perişan olmuştu. İsrail yasama meclisi Kiniset Finograd başkanlığında bir komisyon kurarak, araştırmaya koyuldu. Bu araştırma sonuçlarının gizli tutulan karar ve belgelerinde değil açıklanan kısman da bile, İsrail’in saldırganlığı, dış dayatmalarla savaşı sürdürüşü, yönetimlerinin yenilgiden kaçamayışları ve insanlık dışı davranışları yer almıştı. Gizli kalan kısımda ise bölgemize musallat olan kirli tüm sapkın verilerin yer aldığı ise kesindi. Bu tarihi yeni bir sayfanın açılışı ve bölge halklarına büyük umutlar taşıyan bir zaferdi.

Bölgede bir kez dana ABD ciddi sıkıntılar içine girmişti. Bir yıldır bu sıkıntılardan çıkış için inanılmaz maliyetler ve girişimler yapıldı. Artık ne ABD ne de uşakları açık bir fiili savaştan sonuç alabileceklerine dair inançları kalmamıştı. Böl yönet, birbirine kırdırt diyen yaratıcı anarşi, tüm ağırlığıyla ellerinde kalan tek alternatif olarak beliriyordu. Lübnan savaş sonrası, kendini toparlama çabasındayken gafil avlandı. ABD yanlısı tutumlarıyla Fuad Senyora hükümeti, hükümeti bir ABD uydusu haline getirerek, Hizbullah’ın ve Lübnan halkının savaş sonrası kazanımlarını ve etkisini dizginleme önlemlerine girişti. Bu sert siyasal bir muhalefetin doğuşuna yol açtı. Tüm muhalefet üyesi bakanlar hükümetten çekildi. Hükümet fiilen meşruiyetini kaybetmiş oldu. Bu süreci ABD bir iç savaşa tırmandırmak için elinden gelini yaptı. Ancak güç Hizbullah’ın önderliğini yaptığı muhalefetteydi. Bu öyle bir güç ki, ant-emperyalist yapısı, vatansever dokusu ve halkın derin sevgisiyle örülmüştü. İç savaş için yakın güç dengeleri gerekirdi. Bu bir türlü tezgâhlanamıyordu. Karanlık Pentagon odalarının kurguları bir türlü ayakları yere basamıyordu. Hala böylesi gelgitler içinde, zaman zaman kanlı ve şok provakatif olaylarla sancılara düşürülmüş bir Lübnan sahası beliriyordu. Yaratıcı anarşi bu boyutuyla Lübnan’ın elini kolunu bağladı ancak iç savaşa götürme başarısı gösteremedi. Oysa Filistin’de durum nispeten farklıydı. Gerginlik ve yakın dönemin çelişkileri her an bir iç savaşa zemin olabilecek kadar enerji taşıyordu.

İsrail, Lübnan’da alınan ağır yenilginin ilk telafisini, Filistin’in Gazze şeridini yalıtmak ve askeri direniş etkinliğini kırmak üzere saldırılarla başlattı. Lübnan kaçkını İsrail orduları, Gazze’nin savunmasız sivil halkına kan kusturmaya koşuldu. Moral arıyorlardı bunu da hedef tahtası halene getirdikleri halktan çıkarıyorlardı. El Fetih milis güçleri de zaman zaman buna ortak olup, Gazze de ezici bir çoğunluk oluşturan direnme güçlerinin sindirilmesine hizmet sunuyordu. Aylardır yer yer süren kanlı çatışmalar zaman zaman önemli bir yaygınlık göstermeye de yüz tuttu. Bu gelişmelerin son halkasında, İsrail’in Gazze’ye yönelik bir hava saldırısında giriştiği katliamlara cevaben, ilk kez Filistin direniş örgütlerinin bir İsrail saldırı tugayının merkezine saldırısı gündeme geldi. Bu bir sıçramaydı. Tedirginlik yarattı. Dışta, Lübnan’da alınan yenilgiye, farklı açıdan bir ağır darbenin içten gelmesi büyük bir şaşkınlık yaratmakta geç kalmadı. İsrail buna katlanamazdı. ABD bunu hazmetmesi mümkün değildi. Oyun açık oynanacaktı, nitekim baskılar, dayatmalar ve tehditlerle, Filistin özerk yönetiminin başındaki ‘Mahmut Abbas’ çok yönlü kuşatmaya başladı.

Nitekim sokak çatışmalarının aniden alevlenmesi buna bir işaret sayıldı. Bölgeyi yakından gözlemleyen uzaman ve stratejistler, iç savaşın eli kulağında olduğunu sık sık vurgulamaktaydılar. Bu süreç bu gün 14 Haziran 2007 itibariyle, Filistin direniş güçleri, meşru hükümet güçleri ve halkın etkin katılımıyla, El Fetih’in denetiminde olan istihbarat merkezini ki, bu merkez kardeş kavgasının eli kanlı merkezidir, ele geçirilmesiyle doruğa ulaştı. Son bir ay içinde günlük onlarca insanın katledilmesine sahne olan olaylar, istihbarat merkezinin ele geçirilmesiyle, bıçak kesiği gibi sona eriyordu. Bir ay içinde 480 ölü, 800 yaralının, kardeş kavgasıyla akan kanların boşa gidişine son verdi.

Direniş güçleri bu adımı, Gazze şeridi şehrini, tüm eli kanlı İsrail işbirlikçilerinden temizlediğini ilan etmesiyle sonuçlandı. Bu gelişme Filistin siyasal dengelerini alt üst etti. Gazze biçim ve içerik yönünden her anlamda denetimleri dışında kalmıştı.

ABD ve İsrail bu gelişmeye anında cevap verilmesini, aksi takdirde ciddi sorunların yaşanacağı ve sert karaların alınacağı tehdidini, Filistin yönetimine ve işbirlikçilerine bildirdi. Filistin özerk yönetimi başkanı sefil çağrıya, meşru Filistin halk hükümetini görevden aldığını açıklayarak katkı yaptı. Sıkı-yönetim ilan ettiğini ve bunun bir hükümet atamasıyla yönlendirileceğini kararlaştırdığın belirtti.

Bu gün Filistin tarihinde ilk kez bir darbenin yaşandığı gün olarak tarihe böylece geçti. Bu satırların yazıldığı anda (saat 24 civarında), meşru hükümet başkanı İsmail Heniya cevaben teslimiyetçi Filistin özerk yönetimi başkanı Mahmut Abbas’ın aldığı hiç bir kararı tanımadığın cümleten ve tafsilen (öz ve şekil açısından toptan) reddettiğin ilan etti.

Artık “Yaratıcı Anarşi” tüm etkinliğiyle, tarihin en mazlum halkı Filistinlilerin başına ölüm denklemlerinin en yamanını ördüğünü göstermiş oldu. Seçimlerle iş başına gelen Filistin hükümeti, yine tarihin en amansız baskı ve ambargolarına dayanma gücü göstermesine karşı, içten kardeş kavgasıyla, tasfiyesine adım atılmış oldu. Artık Filistin’de bir kanlı kıyım ortamında ilk saatlerini yaşamaya başladı. Bu süreç şimdiden adresi belli olan, denetleyemedikleri yerlerde, BM barış gücü sokuşturma çağrılarının yükseldiğine tanık olmaya başlandı. Bu oyun Lübnan’da da aynı şekilde tekrar edildi. İsrail’in ve ABD’nin denetleyemedikleri alanlara BM Barış gücü konumlandırma girişiminin bir tekrarıdır. Bu verilerin her birinin ülkemiz için ne anlamlar taşıdığını iyi bir okuyucu kaçırmadan bilince çıkararak yazının sonuna ulaşmalıdır derim.





Sıra Türkiye’de mi?



Tek boyutlu siyasal çözümlerin en gelişmişi, ülkemizin etnik, çok kültürlü, çok inançlı yapısını dışlaması bir yana, sorunların çözümünü, bir askeri ve güvenlik sorunu ötesinde görememektedir. Bu ise, amansız bir bölücülüğün temel kaynağıdır.

Ülkemizde bölücülük, ABD’nin “yaratıcı Anarşi” dizaynıyla, ırkçıların, ilkel milliyetçilerin ve en başta darbe kışkırtıcısı ulusalcıların katkısıyla ikame edilmek istenen bir kaostur. Bu durum ABD’nin bölgemizdeki çıkarına hizmet eden bir senaryodur.

Bölmek, BM barış gücü yerleştirmek bu sürecin adım adım gelecek sonucudur. Bunların tek sorumlusu tek boyutlular, ırkçılar, ulusalcılardır. Başta Kürt halkının, özgürlük ve demokratik halklarının verilmemesi bu gelişmeyi besleyen temel nedendir.




Bölgemizin kararsız dengeleri, büyük bir kaynama içinde, halkların ölümüyle at başı giden bir derinlik kazamaya başladı. Irak en kanlı zamanını yaşarken, Lübnan’da istikrarın sağlanmasını baltalamak için her türlü kirli oyun sahneleniyor. Filistin’de iç savaş senaryoları gerçek haline geldi. Bu süreç dikkatlice takip edilirse Ülkemizin payına da çok şeyin düşeceğini anlamak zor olmayacaktır.

Önemli oranda, siyasal gözlemcinin, ülkemizde seçimlerin olup olmayacağı kaygısı taşımaktadır. Kürt halkının kurtuluş mücadelesi saflarından, onlarca kez tekrar eden ateşkes ve barış çağrısına elinin tersiyle iterek cevap vermeyen güçlerin seçim sath-ı mailine girildikçe gösterdikleri bu şiddet ve celal, ilkel milliyetçiliğin ulusalcı tıkanıklığın nasıl da “yaratıca anarşi” için dörtnala koştuğuna önemli bir göstergedir. Bu aynı zamanda bölgemizdeki ciddi gelişmelerden de, hiç ders alınmamakta olduğunun bir ifadesi olarak tecilli ediyor.

Uzun zamandır ciddi araştırmalar yaparak bu süreçleri, ülkemiz okurlarına haklılarımıza sunmaya çalışırken, bölge gelişmelerine duyarsız olanların siyasal süreçte önemli bir siyasal duruş ve tutum takınamayacaklarını ifade ettik. Bu belirlemeler anlayana sivrisineğin saz, anlamayana davul zurnanın az olması gibidir.

Ülkemizi ve siyasal olaylarını bölge gelişmeleriyle birlikte ele alamayanların, yalıtık tek boyutlu yaklaşımlarının, yanılgısını gösterecek gelişmelere tanıklık yapmaktadır. Irak işgali bu sürecin önemli bir başlangıcı olarak belirlenirse, Lübnan’daki gelişmeler, Suriye’ye karşı örülen kirli oyunlar, İran’a kurulan tuzakların günbegün, “Yaratıcı Anarşi” tezlerine bağlı birer parça, taktik olduğunun anlaşılması zor olmayacaktır. Filistin ise, şu saatlerde, bu kirli ölüm oyunu bozup bozamayacağı sınavından geçiyor.

Çok tehlikeli bir sınav, önü ölüm arkası ölüm olan bir sırat köprüsü, hangi yakasına varırsan var, ölümden başka şeyin olmadığı bir cehennem. ABD ve tüm Batılı güçlerin bir biçimde, bölge zenginliğini talan etmek isteyen acımasız çıkar dengelerinin bir ürünü olan bu gelişmeler bölgemizde kimseyi ilgisiz bırakmıyor. Türkiye bu gelişmelerin hiçte uzağında değildir. Adım adım karanlık bulutların taşıdığı nükleer ölüm gibi, üzerimize yağmak üzere yaklaştığını görmek gerekiyor.

Yukarda anlattığım tüm olumsuzluklar ülkemizin, karşı karşıya kaldığı tehlikeye dikkat çekmek içindir. Zira yeni bir seçim ortamına hızla giren ülkemiz, darbe tehlikesinden “yaratıcı anarşi”nin bilen yöntemlerinden, kanlı ve büyük şok yaratabilecek şahsiyetlerin ya da toplu kıyımların yapılabileceği bir hassas süreç içindedir. Büyük bir şok, kanlı bir olay her an beklenebilir diyorum.

Teröre, bölücülüğe, şiddete karşı biri olarak bir kez daha vurguluyorum; barışçıl birlik karşıtı eğilimin her türü, TC’nin derin devlet ağında, ırkçı, ilkel milliyetçi ve ulusalcı sürüklenişin çabalarında ağırlıklı olarak yaşamaktadır. Irakta Saddam tek boyutluluğu süreci bu güne taşımıştır. Lübnan’da Yönetim tekelciliğindeki ısrar, diğer inanç topluluklarını hakları olan iktidara katılımdan ve payları nispetinde etkin olmalarını reddedip inkâr etmek, Filistin’de maddi kaynakları, anayasal kurumları seçimle kazanımlaş meşru güçlere teslim etmeme tek boyutluluğu nasıl ki, “Yaratıcı Anarşi”nin gerekli koşullarını hazırlayıp ülkelerin bölünmesine, parçalanmasına yol açıyorsa, ülkemizde de aynı tutumlar aynı sonuçlara götürmektedir. Irak’ı üç parçaya fiilen bölen, Lübnan’ı kantonlara bölmeye çalışan, henüz doğmamış Filistin devletini de iki başlı hale getiren, ülkemizde aynıyla varlığını sürdüren ve anti-demokratik ısrarlarıyla gerçek bölücü olarak rol oynayan ırkçı, ilkel milliyetçi ve ulusalcı yaklaşımlardır. Ülkemizde tehlikenin kaynağı bu bataklıklardan beslenmektedir. Ezilen ulusun hak istemi tehlike olamaz, bu hak kazanıldığı zaman ülkede barış, adalet özgürlük bunun sonucu çok boyutlu zenginlik gelişir. Ezilen ulusun haklarını, ezilen inançların, kültürlerin, Arap halkının ulusal kimlik haklarını tanımamak, inkâr ve ısrarla ölüm denklemlerine endekslemek komşularımızın gözümüzün önünde işledikleri hatalarla düştükleri kaosa koşar adımlarla düşmek demektir.

ABD’ ülkemizi gereksiz büyüklükte ve rahatsız edici yoğunlukta kaynak sahibi bir ülke olarak görmektedir. Bu yaklaşım, İsrail’in çıkarlarını da gözeten adaletsiz ve amaçları ancak merhametsiz yöntemlerle gerçekleşebilir bir bakış açısına denk düşmektedir. Ancak bu yaklaşım aynı zamanda, “bu ülke büyüklüğüyle, yoğun kaynaklarıyla hepimizin değil birimizdir, tek olan ulusumuzundur, pay isteyen bizden olmalıdır” diyen ulusalcı zihniyetle de bire bir uyum halindedir. Bu çirkin niyet ve söylemler, tek başına bir hiçtir. Halkın etkin olarak bilincinin karartılması ve bunun sonucu iç savaş türü bir çatışmanın yeterlilikleri olmadan ikame edilemez. Irak bu fırsatı kaçırmış gibi, bu kirli ağlara düşmüş son nefesini vermektedir. Lübnan direniyor teslim olmamak için tüm provokasyonları çökertiyor, Komşumuz Suriye halkı vatansever yönetimi etrafında kilitlenerek bu oyunun oynanmasına olanak tanımıyor. Sıra ülkemizdedir. Bu sınav her gün ortaya çıkan tutum ve davranışlarla Ülkemizin tüm unsurlarını topluluklarını etkinliklerini sınavdan geçirmektedir.

Bu sınav demokrasi ve özgürlük mücadelesinin de sınavıdır. Farklılıklarımızı karşılıklı olarak kabullenip, saygı ve adalet sınırları içinde değerlendirmemize bağlıdır. Hakları kimsenin cömertliğinden değil, anayasal dayanaklarından özgürce kullanabilme olanağı yaratmaktır. Bu ülke birimizin değil hepimizin olduğunu birbirimize her vesileyle kanıtlamak, demokratlığı gösterme becerisidir. Sınavımız budur, başarımız da başarısızlığımız da bize ait olacaktır.

Hiç yorum yok: