Sınırları insan erdemleriyle belirlenmiş, ne sınıfsal ne de etnik nedenlere mahkum olmamış doğrularımızla özgürlük ve demokrasi mücadelesini sürdüreceğiz...

BURADAYIZ İŞTE...

OKURLARIMIN DİKKATİNE. BLOGUMDA TEKNİK BİR ARIZA YA DA BİR SALDIRI GERÇEKLEŞMİŞTİ.. ŞİMDİ HER ŞEY YOLUNDA...EMEKLERİMİZ BURADA... SAĞLICAKLA KALINIZ...

PARALEL BİR BLOG DA DEVAM EDİYOR...

Yeni blogun adresi: http://mirural.blogspot.com/

ŞU AN İZLEMEKTE OLDUĞUNUZ BLOG ADRESİ İLE YENİ BLOG ADRESİ BİRBİRİNE ÇOK YAKINDIR. İLGİNİZE TEŞEKKÜRLER.

MİHRAC URAL

...

...

...

...

TÜRK MODERNLEŞMESİ JAKOBENİZM VE BONAPARTİZM

Yener Orkunoğlu

Türkiye'de modernleşme hareketinin tarihini ve modernleşmenin toplum üzerinde yarattığı etkileri incelemek ve aynı zamanda modernleşme konusunda liberal entelektüellerin yarattığı yanılsamaları açığa çıkarmak zorundayız.
Liberal entelektüellerin çarpıttığı bir konu var. Siyasal İslam'ın yörüngesine girmiş bir çok entelektüel, Türkiye'deki Kemalistleri Jakoben olmakla suçlarlar. Yani Jakobenizm, darbeci ve anti-demokrat olmakla özdeşleştirilir. Böylesi bir değerlendirme, Jakobenizmin çarpıtılmasıdır. Kemalizm'i, Jakobenizm olarak değerlendirmek, Jakobenizme karşı bir haksızlıktır. Çünkü Jakobenizm, Fransız Devrimi döneminde küçük burjuvazinin (baldırı çıplakların) radikal bir devrimci hareketi olarak doğdu. Fransız Devrim hareketinin sol kanadını oluşturur.
((Devamı orta sol sutunda))

..

..

Mihrac Ural

Mihrac Ural

Yeniden felsefe okumak


Cumhuriyetin Doğuya sırtını dönmesinin mahkumu idik. Alfabe kırılmasının sonucu da, okuma adına nemiz var nemiz yok, arşivlerin küfüne terk edildi. Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle zaten olmayan okumalara, sıçramalardan oluşan, dengesiz ve sonuçta eksiklikten kaynaklanan bir topallamaya düştük. Bu da, ülkemiz felsefe bilincinin derinlik ve bütünlüğünü oluşturacak zincir halkalarının kopuk olmasını getirmiştir.
Yunan felsefesi akılcılığının Aristo’yla temsil edilen sunumunu, İslami bir yorum ve ilerleyişle ele alan Farabi’de ifadesini bulan akılcılığa karşı, “ Tahafüt el Felasife” diyerek, dünya ve ahiret işinde akıla yer bırakmayan Gazali’nin, bu güne kadar süren tutuculuğundan yana saf belirlemiştir. Gazalinin, “filozoflar”ın aklın hareketinden yana dünyevi olayları yorumlayan yaklaşımlarına karşı yaptığı eleştirilere, aklın bir militanı İbni Rüşt’ün ünlü cevabı olan “Tahafüt el Tahafüt” ü tanımazlıktan gelmiştir. Böylece sağ, Yunan ve batı felsefe okumaları eksiğiyle iki ayağı topal hale gelmiştir. Dayandığı felsefi okumaların karşıtlarını da bilmemekle, sığ kalmıştır.((Devamı sol ana sutunda))

****

****

24 Nisan soykırımı hepimizi katletmişti...

Mihrac Ural

Osmanlının yürüttüğü son katliam olan Ermeni jenosidi –soykırımı- hepimizi katletmişti. Tam 93 yıldır sürmekte olan zorunlu sürgün ile insanlık sucunda İttihat –Terakki’nin ‘SOYKIRIM’ imzası vardır.

Ermeniler, kendi uygarlık katkılarıyla Anadolu’ya renk katan, bölgemizin en eski uluslarından olup, ”katli vaciptir” denilerek yurtları yakılmış, eski çağların bile tanık olmadığı bir vahşetle toptan sürgüne mecbur edilerek, 1,5 milyon insanı katledilmiştir; sürgünde ayakları telef olan uygar insanlar, Aziz Paşa’dan ayakkabı talep edince, “Rahat yürüsünler diye bunlara ayakkabı giydirin” diyerek verdiği emirle, “ayaklarına at nalı çakılmıştır”. Aç çocuklara, yüksekten sarkıtılmış ipe bağlı ekmekle, tavşan kaç tazı tut oyunu oynayarak işkence yapan, “su içerken yılan bile dokunmaz” erdemini ayaklar altına alarak, susuzluktan yerdeki su birikintisine yüzü koyun uzanıp su içen insanları topluca kurşuna dizen bir vahşet yaşanmıştır.

Dünya kamuoyunca tüm çirkefliğiyle bilinen bu katliamın Osmanlı sorumluluğunda olmasına karşın, TC. dahi bu kirli mirası reddetmeye yanaşmamış, Osmanlıyı savunmuştur; Maktulleri, katil ilan ederek saldırıya geçmiştir. Gerçekler sürekli inkar edilerek, yadsımaya dayalı bir düşünce sistematiği kurulmuştur.

“Resmi tarih” diye ünlenen tezler, inkarların tarihi olarak topluma dayatılmıştır.**19. yy sonlarından başlayarak, Katolik ve Gregoryan (Ortodoks) diyerek birbirlerine kırdırılan, tenkil ve sürgünlerle, mal mülklerine el konularak baskı altında tutulan Ermenilere yönelik soy kırımı, I Dünya savaşının, malum bol bahaneleri altında girişilmiştir (24 Nisan 1915).

Savaş sırasında, önce Ermeni gençlerinin Askere alınarak silahsız bırakılması ve ardından toplu tasfiyelerin yapılması, geride kalan Ermeni halkının Tenkil ve sürgünlerine geçilmesi. Bu konuda talimatların dakik bir biçimde, en yetkili resmi merciler tarafından istenip, izlenmesi. O dönemin Sadrazamı (Başbakanı) Talat Paşa’nın, başından itibaren olayları, dikkatlice takibi, emirler vermesi, istatistik tutması (iskan edecekleri yerde dahi nüfusa göre oranlarının %5 geçmeyecek düzeyde tutulmaları talimatları da dahil) ve bunun en ince ayrıntısına kadar yazılı özel notlarla tescili, Ermenilere reva görülen her şeyin, planlı bir tarzda icra edildiğini göstermeye yeterlidir (Ermeni tehciriyle ilgili Talat Paşa’nın tutanakları için bkz. Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi, 24 Nisan 2006’dan itibaren yayınlanan dizi) Bu, Ermenilere ilişkin, adına ne konulursa konulsun, yapılacak olanların önceden planlanmış eylemler olduğunu gösterir.

Bundan sonra, sonuçlara bakılarak, yapılanlara verilecek ad, tanımlamaya geçilir.*Böylesine planlı ve en ince ayrıntısına kadar takip edilmiş ve bir etnik topluluğa yönelen, sonuçta en iyimser tahminlerle, el yazması tutanaklardaki rakamlarla bir milyon (1000 000) üzerinde Ermenin ölümüne yol açan, kimi şehirlerde nüfusu yüz binlerden sıfıra indiren, çoluk çocuk on binlerce canın etnik yapısını değiştirmek için farklı etnik toplumlara dağıtan, topraklara el koyan, binalarını yıkan, her türden maddi ve canlı servetine el koyup katleden girişimlere, soy kırımından başka bir ad verilemeyeceği görülür.

Bu bir soykırımdır. (..)Osmanlıdan, cumhuriyete süre gelen bu aklın, daha uzun süre yürürlükte olma tehlikesi tüm çıplaklığıyla kendini göstermektedir. Tarihimizle cesurca yüzleşmeden bu aklı toplumsal işlevlerimizden ve geleceğe ilişkin yaşam planlarımızdan söküp atmak güç gibi duruyor.
((*)Ermeni jenosidi ve Kürtleri inkarı –Mihrac Ural)

**
Sıranın kendisine gelmeyeceğini sananların dikkatine, bu vatanın birimize değil, hepimize ait olduğunu bir kez daha, bin kez daha yeniden birbirimize kanıtlamakla yükümlü olduğunuzu artık anlamak zorundasınız.

Bilmelisiniz ki, farklılıkları içselleştirmek, onlarla barış içinde yaşamayı fiilen gösterip, haklarını anayasal ve kurumsal güvencelerle kökleştirmek ertelenmez bir görev haline gelmiştir, bu yapılmadıkça bu vatanın hepimize ait olduğuna kimseyi inandıramazsınız.

Mümkünü, imkansız hale getirmeye devam ederseniz, sizi biz farklılar, ayrı varlıklar bile kurtaramaz. Bunun vebali, Hrant Dink’in katline yol açan akıl sistematiğinin kıyımına tek tek ve topluca maruz kalmaktır bilesiniz.
((*)Hrant Dink'in Katli ve Tarihi Gerçekler –Mihrac Ural)


Murat Altunöz’ün Beklenen Kitabı Kırılgan Zamanlar Çıktı…

2002 Ocak ayında başladığımız yolculuğumuza 7 yıldır devam ediyoruz. Karalama Dergisi, ülkenin koşullarına göre bazen inişler ve çıkışlar yaşamamıza rağmen her geçen gün dergimizle daha da büyüyoruz.

Karalama Dergisi olarak;
Şair Nevruz Uğur ve Halil İbrahim Yıldız’ın kitaplarından sonra Karalama’nın Kurucusu ve halen Editörü olan Murat Altunöz’ün Kırılgan Zamanlar adlı kitabını yayımladık.
Geçmiş zamanların, kırılmış, yalnız ve hüzünlü dizelerinde bulduk kendimizi,
Her dize de bir direniş, bir sürgün, bir ayrılık ve özlem var.
((Devamı sol alt sutünda))

...

...

Yerel Çeteleşmenin Boyutu...

Murat Altunöz /Gazeteci

Çeteleşme yıllar sonra Ergenekon operasyonuyla tekrar gündeme geldi. Eskiden bildiğimiz mafya sistemi çökmüş artık daha organize ve daha profesyonel bir hal alan almıştır.Bazı yazarlar, Emekli Polisler ve Emekli askerlerinde içinde bulunduğu yeni bir yapı ortaya çıktı.Aslında bu tür çeteleşmeler yıllardır hep ülkemizde vardır. Ama bu hafta benim bahsetmek istediğim yerel çetelerdir. malesef son yıllarda ciddi anlamda yerel çeteleşme ve Organize suçlarda bir çoğalma vardır. Zaten Hatay il Emniyet Müdürü Osman Çapalı'da bu konuya dikkat çekerek " Bireysel suçlar artık organize suçlara kaymıştır" demiştir.
((Devamı sol ana sutunda))


İNTERAKSİYON

Faiz Cebiroğlu
Her gelişim, karşılıklıdır. Her ileriye yönelik değişim, bir interaksiyondur. İnteraksiyon, karşılıklı etkileşim oluyor. İnsanlar, başkalarıyla birlikte yer alarak, başkalarıyla birlikte öğrenerek sosyal yönlerini geliştiriyorlar. Sosyal yönünü geliştiren insan, aldığı öğreti ve deneyimlerle bireysel yönünü ”işleyerek” yapılandırıyor. Yapılanma, ”özbilinç” ve ”özgüven” ile nitelik bir hal alıyor.

İnteraksiyon ya da karşılıklı etki, yaşadığımız toplumda, değişik yer ve ortamlarda farklı farklı oluyor. Dille başlayan diyaloğa; insanların bulunduğu yaşam tarzları, çalışma biçimleri ve kısacası sahip oldukları sınıfsal konumları da ekleniyor. Sosyal sınıf, gelişimde ”ana halka” oluyor. Sosyal sınıf, ileriye yönelik değişimin ”can alıcı noktasını” oluşturuyor.

(Devamı orta ana sütunda )
http://mirural.blogspot.com/

...

...

Yabancılaşmanın Dinamiği


Mihrac Ural

Yabancılaşma, insanlık ailesini birbirine yakınlaştıran, farklarını hızla öteleyen özel mülkiyeti ve olumsuz sonuçlarını bile köşeye sıkıştırma işlevi gören sonuçlarıyla, olumsuz değil çok olumlu bir role sahiptir. Tarihsel süreciyle derinleşip geliştikçe gerçekleşen yabancılaşma, insana çok daha cüretkâr olma, çok daha özgürce beyin labirentlerinde kurguladığı fantezileri yaşama ve bunu yaparken de dar anlamda aile, mahalle gibi klancı darlığın etkiler altında kalmayıp, geniş anlamda da ulusal sınırları aşıp belki başlangıcı sanal âlemin nimetleriyle, bilgi çağının iletişim olanaklarıyla bu tutku ve arzularının doruklarını zorlama şansını elde etmektedir.Yabancılaşma olmasaydı, emeğin sosyal etkilerinden bahsetmemiz mümkün olamazdı. Emek ne kadar sahibinden uzaklaşır, ne kadar sahibine belirgin olmaktan çıkarsa, o kadar evrensel ölçeklerde hizmet sunmaya başlamış demektir. Ve bir o kadar kültürel farklılıklarını hesaba katmadan ( renk, ırk, ulus, coğrafya, bölge farkı tanımadan) insan türüne ait hale gelmiş demektir.
((Devamı orta ana sol sütunda: ))
http://mirural.blogspot.com/

..

..

MİLLİ MARŞLAR

Ayşe Hür
1955'te İsveç'ten bir kız jimnastik ekibi İstanbul'a gelir. Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptıkları gösteriyi piyano eşliğinde söyledikleri bir şarkıyla bitirirler. Şarkı ‘Tre Trallade Jantor’dur. O sırada salondaki bütün izleyiciler ayağa kalkar ve ‘Dağ başını duman almış/Gümüş dere durmaz akaarrrrr….’diye İsveçli sporculara eşlik eder. Durumu bilmeyen İsveç medyası olayı "centilmen Türk seyircisinden jest" olarak yorumlar. Nereden bilsinler, tam 40 yıl önce şirin şarkılarını millileştirdiğimizi…
“Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur/Katibimin setresi uzun eteği çamur… diye başlayan ünlü türkünün bestesi 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda kalan ‘eteklikli’ İskoç Alayı’na moral vermek için yazılmış ‘Donsuz askerler…’ diye başlayan bir asker şarkısıdır. II. Mahmut döneminde (1808-1826) modernleşme çabaları sırasında askerlere giydirilen setre ve pantolon mutaassıp çevreler tarafından ‘sokağa donla çıkmakla’ eşdeğer görülmüş, özellikle de ‘gavur mukallitliği’ denilen bu modernleşme hareketine çabuk uyum gösteren eli yüzü katipler halkın diline düşmüştür. Bir İstanbul külhanbeyi, bu katiplerle alay etmek için, Üsküdar yolu üzerinde olan Selimiye Kışlası’nda kalan İskoç askerleri için yazılan marşın müziğine Türkçe sözler yazar ve ünlü Katibim türküsü ortaya çıkar.
1974 Kıbrıs ‘Barış Harekatı'ndan sonra bir Yahudi şarkısına Türkçe sözler yazılmış ve ortaya Ayten Alpman’ın ünlü Memleketim şarkısı çıkmıştır. 1980 darbesinden sonra solcu mahkumları ‘millileştirmek’ için marş niyetine binlerce kez çalındığı için bu gün pek çok eski mahkum, bu şarkının adını duyduğunda bile ciddi bir gerginlik yaşar. On binlerce Fenerbahçelinin coşkuyla söyledikleri Yaşa Fenerbahçe Marşı, Franko dönemine ait faşist güfteli Viva L'Espanya (Yaşa İspanya) adlı İspanyol marşıdır ve bugün İspanya’da pek çok kişi bu marşı duymaya tahammül edemez. Ülkücülerin söylerken gözlerini yaşartan “Çırpınırdı Karadeniz/Bakıp Türkün Bayrağına” türküsü 18.yüzyılda yaşamış Sayat Nova adlı Ermeni sanatçının Kamança adlı şarkısının Türkçesi’dir.

((devamı sol büyük sütunda))

1 Aralık 2007 Cumartesi

Diyarbekir grupta bir tartışma üzerine...( I )



Saygıdeğerlik ve özgürlük

Serdar ve Ergün tartışması



Sevgili Serdar,

"....Peki bizzat başbakanın alevilik inancına ilişkin olarak yakın günlerdeki "sapık bir inanç" açıklamasını nasıl oluyor da "AK Parti Aleviler konusunda bir tabuyu daha yıkmaya kararlı" şeklinde değerlendirebiliyoruz?...."

"....AK Parti Alevi inancını saygıdeğer bir dini inanç olarak görüyor mu?...."

diyorsun. Bazı sorular kafama takıldı.

1- Başbakan belirttiğiniz "sapık bir inanç" söylemini nerede? ne zaman? ve ne şekilde demiş? Kaynaklarınızla birlikte paylaşırmısınız? Lütfen sorumu dikkatlice oku. Yorumunu istemiyorum. Sezgilerini ve korkularını da anlatmanı istemiyorum. Sadece iddia ettiğin şeyin "sapık bir inanç" Başbakanının nerde?nasıl? dediğinin kaynağını öğrenmek istiyorum.

2- Başka inançlara ve düşüncelere özgürlük tanımak için, o inancı saygıdeğer mi görmek gerekiyor? o düşünceyi savunmak mı gerekiyor? O düşünceyi saygıdeğer mi görmek gerekiyor? Bende Aleviliği veya bir dolu inancı saygıdeğer görmüyorum ve aynı şekilde bazı düşünceleri de saygı değer görmüyorum ama bütün inançlara özgürlüğü savunurken ve bütün düşüncelere özgürlük verilmesi gerektiğini savunurken samimiyetsiz mi oluyorum?

3- Aleviliği Türkiyede kim "öteki" yaptı? Kim yasakladı aleviliği? Kim alevi köylerine İmam gönderdi? Kim alevi köylerine Cami açtı? Kim alevi çocuklarına mecburi islam dersi verme kararı aldı? Cem evlerini kim yasakladı? Ve cem evlerine açılma iznini kim verdi?

sevgiyle kal

ergun




Ergün'e cevabımız

Saygıdeğerlik ve özgürlük


Bedreddin Mahir
Bedreddin.mahir@gmail.com

27 Kasım 2007

Bu iletimde bir dehşetimi sizinle paylaşmak istedim.

Sizler de izlemişsinizdir, Moderatör Ergun arkadaşla, Serdar Şengül arkadaş arasında, Başbakanın Alevi mezhebine atfen "sapık bir inanç" tanımlamasını yapıp yapmadığına ilişkin küçük bir tartışma vuku bulmuş.

Moderatör arkadaş, Diyarbekir grup üyesi Serdar Şengün arkadaşın görüşlerini dile getirdiği iletisine cevaben “2- Başka inançlara ve düşüncelere özgürlük tanımak için, o inancı saygıdeğer mi görmek gerekiyor? o düşünceyi savunmak mı gerekiyor? O düşünceyi saygıdeğer mi görmek gerekiyor? Bende Aleviliği veya bir dolu inancı saygıdeğer görmüyorum ve aynı şekilde bazı düşünceleri de saygı değer görmüyorum ama bütün inançlara özgürlüğü savunurken ve bütün düşüncelere özgürlük verilmesi gerektiğini savunurken samimiyetsiz mi oluyorum? ” diyerek bir yaklaşım sergilemiştir. Bu yaklaşım grup üyesi arkadaşınız olarak beni sarsmıştır.

Beni dehşete düşüren, Moderatör Ergun arkadaş ile Serdar Şengün arkadaş arasında geçen bu ileti alış verişinde, Moderatör Ergun arkadaşın “Bende Aleviliği veya bir dolu inancı saygıdeğer görmüyorum” cümlesidir.

Öncelikle, Ergun arkadaşın, Serdar arkadaşa yönelik kullandığı üslubu hiç onaylamıyor, çok baskıcı sert ve itici buluyorum. Grup arkadaşları olarak bu üslubun üstünde olmamız gerektiğine inanıyorum.

Nasıl olur da bir “aydın” kendi düşünce ve inancından farklı olan ve özgürlük isteyebileceğini ifade ettiği olguları saygıdeğer görmeyebilir? Bir tutarlılık olabilir mi bu yaklaşımda. Başbakangillerin böyle bir yaklaşım tutarsızlığında olmaları, kendi siyasal doğrularıyla bir tutarlılık olsa da, biz demokratların, devrimcilerin böylesi bir ikilemi taşımamız mümkün olabilir mi? Tutarlılık bunun neresinde.

İnsana, topluma doğaya zarar vermeyen her inanç ve düşünce saygın olduğu için var olmuştur, üremiştir ve insanidir de. Bu düşünce de inançta olsa öyledir. Aksi, hiçbir şekilde kararlı bir insan topluluğunun tarih içinde süre giden ilişkisinde var olması düşünülemez. Alevilik ise bu anlamda 1400 yıllık tarihiyle İslam’ın bir unsuru ve onun saygıdeğer ilklerindendir. İsteyenle bu konuda, fıkıh, icma, kıyas, hadisten başlayıp kuran ayetlerinin yorumuna kadar tartışmaya da hazırım. Her ne kadar, mezheplerin saygıdeğerliğiyle ilgili bir tartışmayı, abes saymak gerekse de.


Alevilik gibi tüm din ve mezhepler birbirlerini ne kadar kötülemiş olsalar da, taşıdıkları insani mesaj dolaysıyla saygıdeğerdirler. Bu anlamda Ergun arkadaşın cevabi iletisinin 3. bendinde Alevilikle ilgili dile getirdiği sorulara cevabım, Alevilere saygısızlık yapanlar, onların özgürlüğünü de kısmayı “tutarlı” bir davranış olarak halkımıza dayatmak isteyenlerdir. Aleviliğe karşı işlenen tüm hakaretlerde ve zulümde bu saygısızlık temel rol oynamıştır. Özgürlük ise kimsenin vereceği bir şey değildir. Aleviler ve diğer tüm ezilen insani inanç ve düşünceler, kendi özgürlüklerini, kimse saygı duymasa da, almak için onurluca direnme durumunda olacaklardır.

Birde olayı tersten görelim, saygıdeğer görmediğimiz Faşizme ya da Irkçılığa özgürlüğü savunabilir miyiz? Bunları saygıdeğer görmediğimiz için özgürlükleriyle ilgili bir savunumuzda olamaz. Tutarlı olmak için farklılıklarımıza, ayrı varlıklarımıza mozaik dokumuza saygı duymadan, özgürlük taleplerimizde tutarlı olunabilir mi? Saygı olmadan ne tutarlı bir özgürlük ne de tutarlı bir siyasal duruş sergilemek mümkün değildir. Saygıyla, özgürlüğü karşı karşıya getirip ters orantılı denklemler kurmanın, yüzeysel bir algılama ya da sistematik düşünce eksikliğinden kaynaklanan bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.

Kimi zihniyetler, Alevileri, Yezidileri, Süryanileri, Ermenileri ve Kürtleri saygıdeğer görmediği için, “realitelerini” sözde tanısalar da, gerçekte, saygıda tutarlı olmadıkları için, özgürlükleri konusunda da tutarlı olmamaktadırlar. Her türlü özgürlüğe karşı duranlar farklılıklara saygı duymayanlardır. Bu ikili (saygı ve özgürlük) birbirinden kopmaz bir bütündür. Her kim ki bunların birliğiyle oynamışsa, o baskıcılığına, sansürcülüğüne, tutarsızlığına kılıf arıyor demektir. Saygıdeğer görülene özgürlük, özgürlüğü talep edilene saygı göstermeden bu denklemin kurulması mümkün değildir. Tersini iddia etmek akıllara ziyan bir durumdur diye düşünüyorum.





Moderatör Ergun arkadaşın bir tür “ne bu şiddet, bu celal” olarak algıladığım söyleminin kaynağı üzerinde durmak istemiyorum, ama bir üye arkadaşınız olarak, bu üsluptan üzgün olduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. Ergun arkadaş’ın tepkisini çok aşırı. Devrimci bir Arap ve Alevi olarak bu tutum, ayrıca beni tedirgin etti. Sizinle daha önce bir anımı paylaştım, “devrimci vaftizimi Diyarbakır’da yaptım” diye. Bunu uzun yıllar önce kaleme aldığım bir bildiriyi de sizlerle paylaştım. Türkeş’in Diyarbakır’a “ayak basma” tehdidine karşı, o gün Kürt halkıyla bende direndim. Bunu Kürt ulusuna duyduğum saygıyla yaptım. Üniversite sınavlarına girmek için gitmiştim. Bu saygım olmasa orada ben olmazdım. Bir genç liseli olarak üniversite umutlarımı tehlikeye atmazdım. Ama saygım, beni özgürlük için direnişe götürdü. Bu güne kadar da bu tutarlı tutumumdan onur ve gururla bahsederim. Bu iki unsur (saygıdeğer görme ve özgürlük isteme) dünyanın her yerinde ve tutarlılıklarda bir bütünün parçasıdır, ayrı ayrı değerlendirilemezler. Siyasi tecrübelerim, kimi ezilenlerin birilerini sözde bile olsa ezmek için bu ikili bütünü, ikilem haline getirdiklerine çok tanıklık yaptı.

Ayrıca, Ergun arkadaşın, Serdar arkadaştan Başbakana atfettiği "sapık bir inanç" cümlesinin nerede geçtiğinin belirtilmesini isteyen ısrarı çok ilginç. Bu cümlenin söylenip söylenmemesi bir yana, Başbakanı aklama çabasının bu noktaya vardırmasını anlamak mümkün değil benim açımdan. Bilimsel tartışma adına yapılıyorsa da haklı değildir. Dönsün başbakanın mensup olduğu mezhebine, meşrebine baksın, orada Alevilik için söylenenleri buraya aktarsam ciltler dolusu saygısızlık, inkar ve çirkince söylemler bulunacaktır. Aleviler hakkında verilen ölüm, kıyım, talan fetvalarını aktarsam, sayfalara sığmaz. Konumuz bu değil. Ama Ergun arkadaşın bu halleri, ortak ülkemizde sadece ezenlerin değil, kimi ezilenlerin de, saygı bekleyen biz ezilmişleri ezme ihtimaline sarsıcı bir işaret olarak belirdiğini görüyorum. Yanılmış olmayı çok isterim.

Grup üyeleri olarak, birbirimizin görüşlerine saygılı olduğumuz ve birbirimizin özgürlüklerini savunabildiğimiz oranda, amaç edindiğimiz insani mesajları hakkıyla yerine iletebiliriz kanısındayım.

Buradan, tüm grup arkadaşlarımın ve bu arada Ergun arkadaşın görüşlerine saygımı bildirmeyi ve görüşlerini özgürce her alanda savunmasına ikircimsizce desteğimi sunarım.

Hiç yorum yok: