Bu nehir haksızlığa asidir!..
H O Ş G E L D İ N İ Z...
H O Ş G E L D İ N İ Z...
KİMLİK HAKLARIMIZ İÇİN DÜŞMAN DEĞİL DOST ARIYORUZ
1975'ten bu yana süren ve daha ne kadar devam edeceği belli olmayan zorlukları aşarak buradayım. On yılların okumaları deney ve gözlemleriyle oluşan, bilgi birikimlerimin sentezi doğrularımın arkasında, dik bir duruş sergilemenin sorumluluğu ve bilincindeyim.Ülke halklarımın demokrasi ve özgürlük talepleri uğruna yürüttüğüm mücadelede, ülke içinde 12, ülke dışında 6 zindanda çektiğim zorluklar, sürgünlerin riskleri, doğrularımın arkasında her defasında yeniden dik durmamdan ve daha güçlü yürümemden başka bir etki yapmamıştır.
Mültecilik yıllarımın çok bilinmeyenli denklemleri, ağır ülke özlem sancılarıyla dolu. Umudum,doğduğum topraklara dönmektir. Tanrının rahmeti, mültecilik koşullarında gelip çatarsa eğer, vasiyetim:
Organlarımı, ihtiyacı olan herkese bağışlıyorum, geriye kalanı geleneklere uygun şehit yoldaşlarım için yaptığım anıt mezarlığında toprağa verin. Cesedimi yakın diyecektim, geleneklere aykırıdır dendi, peki dedim. O zaman son giydiğim terli esvabımı yakın, küllerini ikiye ayırıp kaplara koyun, birini Asi Nehri'ne, diğerini Akdeniz'e dökün. Asi nehri güneyden kuzeye akar, sınırları engelsiz aşar, küllerimi yurduma taşır. Akdeniz sularında küllerim, çam ormanlarından süzülmüş güney rüzgarlarıyla, doğduğum topraklara ulaşır.
Hak dünyasındayken, ne cennet isterim ne de Nehr-i Kevser'de bir köşe, tek isteğim ülkeme küllerimle de olsa dönmektir. Ve gecikirse rahmeti tanrının, Gandi gibi kefenimi giymiş olarak, kararlı ve sabırlı bir direnişle, doğduğum toprakların yollarında elimde mum ışığıyla özgürlüğü, demokrasiyi ve halkımın kimlik haklarını arayacağım.
Bunun için düşman değil, dost dilenciliği yapacağım.Bilinmeli ki, bu satırların yazarının doğruları, ne sınıfsal konumundan ne de etnik aidiyetindendir. İnsandır ve doğrularının tek sınırı da insanlık erdemleridir.
Bilişim çağının, kolektif insan akıl etkinlikleri sonucu gelişen, ilerleyen ve yeni bir uygarlığa açılmaya başlayan dünyamızın orijinal bir dişlisi olarak, etkilenen ve etkileyen olma amacıyla mücadelesinin yönünü, bu doğrular belirlemektedir.Zira inanıyorum ki, arkasında durulan hiç bir hak kaybolmaz.
Kararlı bir iradenin arkasında duracağı gerçekçi hak talepleri, er ya da geç, sahiplerine teslim edilecektir.
Roma, MS.272 dolaylarında, Arap Tedmur İmparatorluğunu işgal eder. İmparatoriçe Zennubiya, bugünkü torunları bizlere örnek oluşturacak bir direnmeyle karşı koyar ve esir düşer. İmparatoriçe Zennubiya kolları ayakları zincirlidir, Roma’ya esir olarak götürülmektedir. Onuru kırılsın diye, sıra sıra, acı ve öfkeyle duran halkının önünden geçirilir.
Zennubiya başı dik ama tedirgin bir bekleyiş içindedir. Bakışları kartal gibidir ancak beyni bin bir soruyla meşguldür; halkını evlatlarını gelecek kuşaklarını düşünmektedir.
Masajı vardır ve onu vermekle yükümlü olmanın hazırlığı içindedir ki, duruşu rakibini mat edecek bir hamlenin eşiğinde gibidir. O anın geldiğine karar verince bir hamleyle, kollarında, boynunda ayaklarında taşıdığı ağır zincirlerin şakırtısıyla ayağa kalkar.
Zennubiya artık bir şahin gibi, avını pençesiyle yakalamış gururlu bir dik duruşla ayaktadır. Bir dev gibidir. Uzun saçlarıyla, dünyaya ün salmış güzelliğiyle, muhteşem heybetiyle, yüce dağlar gibi ayaktadır.
Ve o an çattığında, o şaşkın kitlelerin çılgın uğultuları, feryadı figanları, haykırışları bir keskin bıçak vurmuş gibi kesilir.
Artık on binler, bir mucize bekler gibi gözleri donuk, sürrealist bir sarkma halinde, zamanın eğrilişine, hatta kırılışına tanıklık yapar gibi bir mezar sessizliğine bürünmüşlerdi.İşte o an, bir kılıç darbesi indirir gibi, asırları aşacak, kuşaklar boyu bir bayrak olacak, ölü ruhları dirilten, hesap gününe çağıran haykırış, gelecek kuşaklara bir mesaj olarak, İmparatoriçem Zennubiya’nın ağzından bir bayrak gibi dalgalanmaya başlar:
"Uygarlığın gücü er ya da geç güç uygarlığını yenecektir."
İmparatoriçemizin vatan sevgisinin tecellisi olan bu çığlık, 1800 yıl sonra, emperyal güçlerin saldırı, yıkım ve işgal siyasetlerine karşı bir bayrak olarak dalgalana gelmiştir.
Dün olduğu gibi bu gün de, arkasında durulan hak kaybolmamıştır.
Topraklarımızı işgal eden, yakan ve yıkan hiç bir güç halklarımızın direnişi karşısında duramamıştır.
Hak er ya da geç, sahiplerinin direniş çağrısına uymuş, yerini bulmuştur.
Bu alanda sizlerle bunu paylaşacağım.Buyurun birlikte tartışalım, ben kendi adıma katkımı hatalarımla sevaplarımla, yazınsal ortamın inkar edilmez sorumluluk ve açıklığıyla ortaya koyuyorum.
Katkınızı ve özellikle eleştirilerinizi bekliyorum, beni besleyecek olan, halkımın kimlik haklarına aradığım dostluğu kazandıracak olan da budur diyorum.
Mihrac Ural 04 Ekim 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder