Bedreddin Mahir
29 Mart 2008
29 Mart 2008
20. Arap zirvesi, (29-30 Mart 2008) Suriye’nin başkenti Şam’da toplandı. Bölgemizin ciddi sorunlardan geçtiği bir kesitte, Arap aleminin derin bir bölünme içinde olduğu, ABD-İsrail müdahalelerinin, tehdit, baskı işgal ve dayatmalarının en dorukta olduğu bir kesitte Arap zirvesi, Arapların içler acısı siyasal hallerini yansıtan bir tabloyla toplandı.
Zirvenin Suriye’de bağlanmasına pervasız müdahalelerle karşı çıkan ABD, Arap gericiliğinin baş aktörleriyle, son ana kadar kararsızlık içindeki Arap liderlerinin katılımını engelleme çabalarını sürdürdüler; ABD başkanı ve bakanlarının kararsız Arap liderlerine zirvenin toplanma gününe Beyaz Saray’da verdikleri buluşma randevusu dahil (Bahreyn kralıyla görüşme), Dışişleri bakanı Condoleezza Rice‘ın bölgeyi aniden ihdas edilen gezisiyle zirveye katılımları engelleme çabası, akıllara ziyan bir çirkinlikle sergilenmeye devam etti; Filistin yönetimi lideri Mahmut Abbasa’nın, zirve toplantıları ortasına denk gelen görüşme randevusunun verilmesi ve buna mecbur bırakılması, bölgemizde insanı çileden çıkaran onur kırıcı süreçleri göstermesi açısından hayretle izlenmektedir. Her türlü Bizans oyununun yapıldığı bir koşulda zirveyi toplamak, bölgemizin anti-emperyalist direnme güçleri için bir başarı olarak tecelli etmiş oldu.
Zirveye katılan belli başlı liderler, Arap ulusunun bağımsız kararında direnen, haklarını korumak için ABD’ye boyun eğmeyen, Filistin direnişini destekleyen, komşuları ve özellikle İran’la iyi ilişki kurmak isteyen, Irakta halkın direnişinden yana olan, Lübnan’da ilerici güçlerden taraf olduğunu ilan edip, İsrail’e karşı tutum alan liderlerdi; Cezayir, Libya, Sudan bunlar arasında önde gelen ülkelerdi. 1970’li yılların Red cephesini hatırlatan bu güçlerin bir araya gelişi, yakın gelecekte bölgemizle ilgili stratejik kararlarda ortaya çıkacak saflaşmanın da sinyallerini verir gibidir.
Zirveye katılmayan Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi ülkeler ise, ABD’nin dayatmalarına boyun eğen ve bu boy eğişten halkını zül (onursuzluk) içinde tutmaktan başka bir şey kazanmayan ülkeler olmuştur; Enver Sedat önderliğindeki Mısır’ın, İsrail’le 1977 Camp David anlaşmasından bu yana, ABD ile İsrail’le uyuşma çabasından sürekli zararla çıkan ve hiçbir sonuç elde etmeyip barışa ait tüm etkinliklerini kaybeden bu ülkelerin, bölgemiz dengesinde manda (korunma) ister konumdaki siyasal eğilimleri, tüm çirkinliğiyle zirveye karşı takındıkları uydu tutumlarla açığa çıkmıştır.
Suriye Dışişleri Bakan yardımcısı Faysal Mikdad, “ABD virüsü olmadan toplanan ilk Arap zirvesidir” diye yaptığı espri, gerçeği tam yansıtmasa da zirve öncesi çekilen zorlukları anlatması açısından önemle hatırlanacaktır.
Zirve, Arap bölünmesinin son halini yansıttığı kadar, Araplar arası başlayacak derin soğuk savaşın da habercisi olarak bağlandı. Araplar arası kirli çamaşırların alenen serileceği söylentileri, zirveye olan anlam ve önemi artırmakla kalmadığı gibi, gergin bekleyişin de işareti sayıldı. ABD ve Arap gericiliğinin istemediği hiçbir zirve bağlanamaz dayatmasına rağmen, Şam zirvesinin bağlanışını bir zafer olarak gören bölgemizin anti-emperyalist direniş güçleri için, yeni dönemin önemli bir soluğu sayılmaktadır. Zirvenin ardından beklenen soğuk savaşın, Hizbullah’ın 12 Temmuz 2006 savaşında İsrail’i hezimete uğratan askeri komutanı İmad Muğniye’nin katledilmesinde Suudi Arabistan istihbaratının ABD-İsrail’le birlikte oynadığı rolün ifşa edilmesiyle başlayacağı söylentileri, yeni süreçte ne türden handikapların belireceğini de gösterir gibidir.
Tüm zorluklarına, çekişme ve bölünmelerine karşın Arap zirvesi her zamanki temel sorunu Filistin davasına olan bağlılığını yeniden ilan etti. Bir yıllığına Suriye’nin başkanlık edeceği zirve, Suriye’nin Filistin davasına ilişkin bilinen hassasiyetleri ve desteğinin çok farklı bir boyut alacağı yönünde görüşlerin haklı olarak oluşmasını gündeme getirdi. Suriye’nin çağdaş tarihini bilenler, bu ülkenin Filistin davasıyla kopmaz bağını kader birliğini de iyi bilirler; İsrail devletinin kuruluşundan bu yana süren tüm savaşların bir tarafı olan Suriye’nin hala işgal altında duran Golan tepeleri, anavatanına katılmayı, halkıyla birlikte direnerek beklemektedir. Filistin-Suriye kader birliği, kamplarda yaşamını sürdüren yarım milyon Filistinliye ev sahipliğiyle Suriye’nin bu süreçte üstelendiği onurlu sorumluluğu gözler önüne sermektedir. Hiçbir Arap devletinin kabul etmediği Filistin direniş örgütleri ve liderlerine de ev sahipliği yapan Suriye’nin, bölgemiz direniş güçlerinin ön safında yer alan bir direniş dayanağı olarak görülmesi doğru bir durum tespiti olarak önümüzde durmaktadır. Şam zirvesi bu yüzden, dünya emperyalistlerinin saldırılarına, Arap gericiliğinin de katılımdan kaçışına sahne olan gelişmelere yol açtı.
Zirvenin açılışını Suriye devlet başkanı Dr. Beşşar el Esad yaptı. Zirvenin açılış konuşmalarının yıldızı ise Libya Devlet Başkanı Mumammer El kaddafi oldu. Arap Birliği Başkanı Amru Musa ve İslam Birliği Başkanı Ekmelleddin İhsanoğlu’nun konuşmaları dikkat çeken özellikler taşıyordu.
Zirvenin yeni dönem başkanı olarak Beşşar el Esad, konuşmasında özellikle Filistin davası, Arap dayanışması, Bölge barışı ve Lübnan konusuna ağırlık verdi.
Filistin halkının uğradığı kanlı kıyım ve yıkıma karşın Arapların gösterdikleri sessizliğe tepkisini dile getiren Suriye lideri “İsrail aradığı güvenliği bu yöntemlerle asla alamayacaktır” dedi. Filistin halkının ve Arap liderlerinin tüm barış çabalarına karşın, İsrail’in katliamlarla cevap vermesinin artık bir yere kadar olacağını, buna karşı Arapların yeni alternatiflere yönelerek, İsrail’e karşı tutumda daha etkin olmaya çağırdı. Savsaklamalarla öldürülen zaman içinde İsrail’in Arapların haklı davalarını unutturacağı üzerine kurgulanmış tutumların hiç fayda vermeyeceğine de işaret eden Esad, gelecek kuşakların çok daha katı bir tutumla topraklarına sahip çıkacağını; dün verilmeyenin yarın asla verilmeyeceğini, arkasında durulan hakların asla yok olmayacağını belirterek direnmenin hak kazanımında önemli bir unsur olduğuna göndermeler yaptı..
Konuşmasına, bölge barışının temel yolunun, İsrail’in işgal ettiği Arap topraklarından kayıtsız şartsız çekilmesiyle gerçekleşebileceğini belirterek devam eden Esad, Lübnan sorunuyla ilgili her türlü çözüm yaklaşımına destek olacağını dile getirdi. Lübnan konusunda Suriye’ye Lübnan içişlerine karışması yönünde dayatmaların yapıldığını, ayrı bir devlet olan, kendi yasaları, anayasası, siyasal kurum ve kadrolarıyla kendi sorunlarını çözebilecek durumda olan Lübnan’ın, bu zorluğu da kendi gücüyle aşabileceğini belirterek, bu güne kadar Suriye’nin, Lübnan’ın iç işlerine karışmakla suçlanmasının anlamsızlığına işaret etti.
Bu yılı Arap Kültür merkezi olarak başkent Şam’ın ilan edildiği hatırlanacak olursa, bu kadim Emevi kentinin Arap uygarlığı ve kültür derinlikleri için taşıdığı anlam zirvede de yankısını buldu. Başkan Esad, konuşmasında Arap kültürü ve dili konusunda kararlı adımların atılmasına yer vererek, “Arapçanın özendirilip etkinleştirilmesi için özverili çabaların verilmesi gerektiği”ni ısrarla vurguladı.
Beşşar El Esad’ın konuşması tüm gözlemciler tarafından oldukça yumuşak olduğu yönünde yorumlandı. Zirve sonrası beklenen soğuk savaş işaretlerinin yer almadığı açış konuşması, Suriye’nin bu sürece ne ölçüde hakim olduğu ve olayların tutumları yönetmediği, tersine olaylara yön verebileceği yönünde değerlendirildi. Fırtına öncesi sessizlik olarak da görülen açış konuşmasının, zirve sürecinde süren ikili görüşmelerin olumlu seyrini koruma amacına da dönük bir politika olarak yorumlandığı izlendi.
Açılış konuşmalarının yıldızı ise Libya lideri Kaddafi idi. Arapların bölünmesi, güçsüzlükleri, olayların arkasında sürüklenişleri, baskılara boyun eğişleriyle kişiliklerini, varlık olma etkinliklerini kaybettiklerini ve bu sürecin sonucunda da bir ulus olarak da yok olmanın eşiğine geldiklerini dile getirdi. Kaddafi devamla ve zirvede yer alan liderlere hitap ederek “birer manda ( korunma altında) ülkeler halindesiniz” dedi. Arapçada genellikle hayvan türlerini korumak için koruma altına alınan bölgeler için söylenen bir terim olan muhmiyi terimini tercih ederek “ülkelerinizin sonu emperyalistlerin nükleer artıklarının defnedileceği yer olmaktan başka bir anlamı olmayacaktır” dedi. Kaddafi, ABD ile dostluğunuzda işe yaramayacaktır, hepinizin, Saddam gibi asılma sıranız gelecektir” diyerek zirveyi şoktan şoka soktu. Bu noktada, “Saddam’da ABD dostuydu, Ramsfeld’in en samimi arkadaşıydı ve ABD icazetiyle İran’a karşı savaşıyordu, işi bitince de onu asmaktan geri kalmadılar” diyerek sürdürdüğü konuşmasını, “Siz Arap liderleri düşmandan daha çok birbirinize düşmansınız, birbirinize karşı muhbirlikle müptelasınız” diyerek tırmandırdı. İran’la, Türkiye’yle, tüm komşularıyla düşmanlık yerine dost olması gereken Arapların, çevresiyle sorunlarını barışçıl yollarla, uluslararası kurumlar yardımıyla çözmeleri gerektiğine vurgu yaparak, İran ile Haliç ülkeleri arasında kimi küçük adaların işgaliyle ilgili sorunlara gönderme yaptı. Afrika’da yer alan Arap ülkelerinin büyük Afrika birliği içinde varlıklarının etkinliğini korumaları gerektiğine de deyinen Kaddafi, zirvenin yıldızı olarak geldiği ve devam ettiği açış konuşması kürsüsünden, siyasi bir ağırlığı var sayılmasa da, Arap halkının gönlünden geçenleri söyleyen bir lider olarak ayrıldı.
Kaddafi, her zamanki tutumuyla sokakların nabzını en iyi tutan bir lider olduğunu gösterdi. Arap halkı adına konuştu, gerçekleri acımasızca liderlerin yüzüne haykırdı. Bu güne kadar bir milyon km² lik bir ülkede beş milyon nüfusla, kocaman beyinli sıska bacaklı bir dengesiz görünümü arz eden Kaddafi, sokaktaki halkın bitip tükenmeyen bu tür zirve ve toplantıların sonuç almayacak bir rutin olduğu gerçeğini göstermiş olmakla oynadığı rolle, yararlı olan liderler arasında yer aldı.
Arap zirvesi genel sekreteri Amru Musa’nın raporu, zirveyi en yakın ortamda canlı olarak izleyen bu satırların yazarı için dikkate alınacak çok önemli mesajlar taşıyordu. Evet Araplar dağınık, çatışmalı, kararsız, etkinlikleri olmayan varlıklar vb olarak tanımlansalar da, gerçekler çok farklıydı. Musa’nın raporu, Arapların dünya ölçeğinde taşıdıkları yaygınlık, bilgi birikimleri, ilgi alanları ve Arap birliğinin gerçekleştirdiği bölgesel zirvelerle, gerçekleştireceği kıtasal zirveler, ele aldığı konular ve ortaya koyduğu açılımlarla yeryüzünün yükselme yönünde kendi dinamikleriyle çabalayan bir ulus olduğuna kesin işaretler taşıyordu. Bu rapordan çıkarılması mümkün olan sonuç; dev coğrafyası, serveti, kaynakları ve insan potansiyeliyle Arapların 21 yy da küreselleşme çağının orijinal bir dişlisi olma yönünde kararlı adımlarla yürüdüğüdür.
Zirve yarın (30 Mart 2008) sonuç bildirisiyle kapanacaktır. Zirvenin kapanışıyla bölgemizde yeni süreçlerin açılacağına ilişkin yaklaşımları hayata geçirip geçirmeyeceği ise kısa süre içinde kendini göstereceği beklenen olaylarla anlaşılacaktır. Irak işgalini bölgede amaçladığı siyasal bir dönüşüme götüremeyen ABD, Irak bataklığındaki çıkışsızlığı sürdükçe, İran’a karşı amaçladığı darbe hazırlığı gerginlikleri tırmandırdıkça, bölgemizde barıştan bahsetmek, güven içinde yaşamdan söz etmek bir hayaldir. Kaddafi’nin dediği gibi, sıra herkese gelecektir. Buna karşı bir biçimde direnmek, gerçekte de bölgemizde yaşamın ve güvenliğimizin tek yoludur. Bize dayatılan budur, cevabi seçenekler ise elimizdedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder