Sınırları insan erdemleriyle belirlenmiş, ne sınıfsal ne de etnik nedenlere mahkum olmamış doğrularımızla özgürlük ve demokrasi mücadelesini sürdüreceğiz...

BURADAYIZ İŞTE...

OKURLARIMIN DİKKATİNE. BLOGUMDA TEKNİK BİR ARIZA YA DA BİR SALDIRI GERÇEKLEŞMİŞTİ.. ŞİMDİ HER ŞEY YOLUNDA...EMEKLERİMİZ BURADA... SAĞLICAKLA KALINIZ...

PARALEL BİR BLOG DA DEVAM EDİYOR...

Yeni blogun adresi: http://mirural.blogspot.com/

ŞU AN İZLEMEKTE OLDUĞUNUZ BLOG ADRESİ İLE YENİ BLOG ADRESİ BİRBİRİNE ÇOK YAKINDIR. İLGİNİZE TEŞEKKÜRLER.

MİHRAC URAL

...

...

...

...

TÜRK MODERNLEŞMESİ JAKOBENİZM VE BONAPARTİZM

Yener Orkunoğlu

Türkiye'de modernleşme hareketinin tarihini ve modernleşmenin toplum üzerinde yarattığı etkileri incelemek ve aynı zamanda modernleşme konusunda liberal entelektüellerin yarattığı yanılsamaları açığa çıkarmak zorundayız.
Liberal entelektüellerin çarpıttığı bir konu var. Siyasal İslam'ın yörüngesine girmiş bir çok entelektüel, Türkiye'deki Kemalistleri Jakoben olmakla suçlarlar. Yani Jakobenizm, darbeci ve anti-demokrat olmakla özdeşleştirilir. Böylesi bir değerlendirme, Jakobenizmin çarpıtılmasıdır. Kemalizm'i, Jakobenizm olarak değerlendirmek, Jakobenizme karşı bir haksızlıktır. Çünkü Jakobenizm, Fransız Devrimi döneminde küçük burjuvazinin (baldırı çıplakların) radikal bir devrimci hareketi olarak doğdu. Fransız Devrim hareketinin sol kanadını oluşturur.
((Devamı orta sol sutunda))

..

..

Mihrac Ural

Mihrac Ural

Yeniden felsefe okumak


Cumhuriyetin Doğuya sırtını dönmesinin mahkumu idik. Alfabe kırılmasının sonucu da, okuma adına nemiz var nemiz yok, arşivlerin küfüne terk edildi. Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle zaten olmayan okumalara, sıçramalardan oluşan, dengesiz ve sonuçta eksiklikten kaynaklanan bir topallamaya düştük. Bu da, ülkemiz felsefe bilincinin derinlik ve bütünlüğünü oluşturacak zincir halkalarının kopuk olmasını getirmiştir.
Yunan felsefesi akılcılığının Aristo’yla temsil edilen sunumunu, İslami bir yorum ve ilerleyişle ele alan Farabi’de ifadesini bulan akılcılığa karşı, “ Tahafüt el Felasife” diyerek, dünya ve ahiret işinde akıla yer bırakmayan Gazali’nin, bu güne kadar süren tutuculuğundan yana saf belirlemiştir. Gazalinin, “filozoflar”ın aklın hareketinden yana dünyevi olayları yorumlayan yaklaşımlarına karşı yaptığı eleştirilere, aklın bir militanı İbni Rüşt’ün ünlü cevabı olan “Tahafüt el Tahafüt” ü tanımazlıktan gelmiştir. Böylece sağ, Yunan ve batı felsefe okumaları eksiğiyle iki ayağı topal hale gelmiştir. Dayandığı felsefi okumaların karşıtlarını da bilmemekle, sığ kalmıştır.((Devamı sol ana sutunda))

****

****

24 Nisan soykırımı hepimizi katletmişti...

Mihrac Ural

Osmanlının yürüttüğü son katliam olan Ermeni jenosidi –soykırımı- hepimizi katletmişti. Tam 93 yıldır sürmekte olan zorunlu sürgün ile insanlık sucunda İttihat –Terakki’nin ‘SOYKIRIM’ imzası vardır.

Ermeniler, kendi uygarlık katkılarıyla Anadolu’ya renk katan, bölgemizin en eski uluslarından olup, ”katli vaciptir” denilerek yurtları yakılmış, eski çağların bile tanık olmadığı bir vahşetle toptan sürgüne mecbur edilerek, 1,5 milyon insanı katledilmiştir; sürgünde ayakları telef olan uygar insanlar, Aziz Paşa’dan ayakkabı talep edince, “Rahat yürüsünler diye bunlara ayakkabı giydirin” diyerek verdiği emirle, “ayaklarına at nalı çakılmıştır”. Aç çocuklara, yüksekten sarkıtılmış ipe bağlı ekmekle, tavşan kaç tazı tut oyunu oynayarak işkence yapan, “su içerken yılan bile dokunmaz” erdemini ayaklar altına alarak, susuzluktan yerdeki su birikintisine yüzü koyun uzanıp su içen insanları topluca kurşuna dizen bir vahşet yaşanmıştır.

Dünya kamuoyunca tüm çirkefliğiyle bilinen bu katliamın Osmanlı sorumluluğunda olmasına karşın, TC. dahi bu kirli mirası reddetmeye yanaşmamış, Osmanlıyı savunmuştur; Maktulleri, katil ilan ederek saldırıya geçmiştir. Gerçekler sürekli inkar edilerek, yadsımaya dayalı bir düşünce sistematiği kurulmuştur.

“Resmi tarih” diye ünlenen tezler, inkarların tarihi olarak topluma dayatılmıştır.**19. yy sonlarından başlayarak, Katolik ve Gregoryan (Ortodoks) diyerek birbirlerine kırdırılan, tenkil ve sürgünlerle, mal mülklerine el konularak baskı altında tutulan Ermenilere yönelik soy kırımı, I Dünya savaşının, malum bol bahaneleri altında girişilmiştir (24 Nisan 1915).

Savaş sırasında, önce Ermeni gençlerinin Askere alınarak silahsız bırakılması ve ardından toplu tasfiyelerin yapılması, geride kalan Ermeni halkının Tenkil ve sürgünlerine geçilmesi. Bu konuda talimatların dakik bir biçimde, en yetkili resmi merciler tarafından istenip, izlenmesi. O dönemin Sadrazamı (Başbakanı) Talat Paşa’nın, başından itibaren olayları, dikkatlice takibi, emirler vermesi, istatistik tutması (iskan edecekleri yerde dahi nüfusa göre oranlarının %5 geçmeyecek düzeyde tutulmaları talimatları da dahil) ve bunun en ince ayrıntısına kadar yazılı özel notlarla tescili, Ermenilere reva görülen her şeyin, planlı bir tarzda icra edildiğini göstermeye yeterlidir (Ermeni tehciriyle ilgili Talat Paşa’nın tutanakları için bkz. Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi, 24 Nisan 2006’dan itibaren yayınlanan dizi) Bu, Ermenilere ilişkin, adına ne konulursa konulsun, yapılacak olanların önceden planlanmış eylemler olduğunu gösterir.

Bundan sonra, sonuçlara bakılarak, yapılanlara verilecek ad, tanımlamaya geçilir.*Böylesine planlı ve en ince ayrıntısına kadar takip edilmiş ve bir etnik topluluğa yönelen, sonuçta en iyimser tahminlerle, el yazması tutanaklardaki rakamlarla bir milyon (1000 000) üzerinde Ermenin ölümüne yol açan, kimi şehirlerde nüfusu yüz binlerden sıfıra indiren, çoluk çocuk on binlerce canın etnik yapısını değiştirmek için farklı etnik toplumlara dağıtan, topraklara el koyan, binalarını yıkan, her türden maddi ve canlı servetine el koyup katleden girişimlere, soy kırımından başka bir ad verilemeyeceği görülür.

Bu bir soykırımdır. (..)Osmanlıdan, cumhuriyete süre gelen bu aklın, daha uzun süre yürürlükte olma tehlikesi tüm çıplaklığıyla kendini göstermektedir. Tarihimizle cesurca yüzleşmeden bu aklı toplumsal işlevlerimizden ve geleceğe ilişkin yaşam planlarımızdan söküp atmak güç gibi duruyor.
((*)Ermeni jenosidi ve Kürtleri inkarı –Mihrac Ural)

**
Sıranın kendisine gelmeyeceğini sananların dikkatine, bu vatanın birimize değil, hepimize ait olduğunu bir kez daha, bin kez daha yeniden birbirimize kanıtlamakla yükümlü olduğunuzu artık anlamak zorundasınız.

Bilmelisiniz ki, farklılıkları içselleştirmek, onlarla barış içinde yaşamayı fiilen gösterip, haklarını anayasal ve kurumsal güvencelerle kökleştirmek ertelenmez bir görev haline gelmiştir, bu yapılmadıkça bu vatanın hepimize ait olduğuna kimseyi inandıramazsınız.

Mümkünü, imkansız hale getirmeye devam ederseniz, sizi biz farklılar, ayrı varlıklar bile kurtaramaz. Bunun vebali, Hrant Dink’in katline yol açan akıl sistematiğinin kıyımına tek tek ve topluca maruz kalmaktır bilesiniz.
((*)Hrant Dink'in Katli ve Tarihi Gerçekler –Mihrac Ural)


Murat Altunöz’ün Beklenen Kitabı Kırılgan Zamanlar Çıktı…

2002 Ocak ayında başladığımız yolculuğumuza 7 yıldır devam ediyoruz. Karalama Dergisi, ülkenin koşullarına göre bazen inişler ve çıkışlar yaşamamıza rağmen her geçen gün dergimizle daha da büyüyoruz.

Karalama Dergisi olarak;
Şair Nevruz Uğur ve Halil İbrahim Yıldız’ın kitaplarından sonra Karalama’nın Kurucusu ve halen Editörü olan Murat Altunöz’ün Kırılgan Zamanlar adlı kitabını yayımladık.
Geçmiş zamanların, kırılmış, yalnız ve hüzünlü dizelerinde bulduk kendimizi,
Her dize de bir direniş, bir sürgün, bir ayrılık ve özlem var.
((Devamı sol alt sutünda))

...

...

Yerel Çeteleşmenin Boyutu...

Murat Altunöz /Gazeteci

Çeteleşme yıllar sonra Ergenekon operasyonuyla tekrar gündeme geldi. Eskiden bildiğimiz mafya sistemi çökmüş artık daha organize ve daha profesyonel bir hal alan almıştır.Bazı yazarlar, Emekli Polisler ve Emekli askerlerinde içinde bulunduğu yeni bir yapı ortaya çıktı.Aslında bu tür çeteleşmeler yıllardır hep ülkemizde vardır. Ama bu hafta benim bahsetmek istediğim yerel çetelerdir. malesef son yıllarda ciddi anlamda yerel çeteleşme ve Organize suçlarda bir çoğalma vardır. Zaten Hatay il Emniyet Müdürü Osman Çapalı'da bu konuya dikkat çekerek " Bireysel suçlar artık organize suçlara kaymıştır" demiştir.
((Devamı sol ana sutunda))


İNTERAKSİYON

Faiz Cebiroğlu
Her gelişim, karşılıklıdır. Her ileriye yönelik değişim, bir interaksiyondur. İnteraksiyon, karşılıklı etkileşim oluyor. İnsanlar, başkalarıyla birlikte yer alarak, başkalarıyla birlikte öğrenerek sosyal yönlerini geliştiriyorlar. Sosyal yönünü geliştiren insan, aldığı öğreti ve deneyimlerle bireysel yönünü ”işleyerek” yapılandırıyor. Yapılanma, ”özbilinç” ve ”özgüven” ile nitelik bir hal alıyor.

İnteraksiyon ya da karşılıklı etki, yaşadığımız toplumda, değişik yer ve ortamlarda farklı farklı oluyor. Dille başlayan diyaloğa; insanların bulunduğu yaşam tarzları, çalışma biçimleri ve kısacası sahip oldukları sınıfsal konumları da ekleniyor. Sosyal sınıf, gelişimde ”ana halka” oluyor. Sosyal sınıf, ileriye yönelik değişimin ”can alıcı noktasını” oluşturuyor.

(Devamı orta ana sütunda )
http://mirural.blogspot.com/

...

...

Yabancılaşmanın Dinamiği


Mihrac Ural

Yabancılaşma, insanlık ailesini birbirine yakınlaştıran, farklarını hızla öteleyen özel mülkiyeti ve olumsuz sonuçlarını bile köşeye sıkıştırma işlevi gören sonuçlarıyla, olumsuz değil çok olumlu bir role sahiptir. Tarihsel süreciyle derinleşip geliştikçe gerçekleşen yabancılaşma, insana çok daha cüretkâr olma, çok daha özgürce beyin labirentlerinde kurguladığı fantezileri yaşama ve bunu yaparken de dar anlamda aile, mahalle gibi klancı darlığın etkiler altında kalmayıp, geniş anlamda da ulusal sınırları aşıp belki başlangıcı sanal âlemin nimetleriyle, bilgi çağının iletişim olanaklarıyla bu tutku ve arzularının doruklarını zorlama şansını elde etmektedir.Yabancılaşma olmasaydı, emeğin sosyal etkilerinden bahsetmemiz mümkün olamazdı. Emek ne kadar sahibinden uzaklaşır, ne kadar sahibine belirgin olmaktan çıkarsa, o kadar evrensel ölçeklerde hizmet sunmaya başlamış demektir. Ve bir o kadar kültürel farklılıklarını hesaba katmadan ( renk, ırk, ulus, coğrafya, bölge farkı tanımadan) insan türüne ait hale gelmiş demektir.
((Devamı orta ana sol sütunda: ))
http://mirural.blogspot.com/

..

..

MİLLİ MARŞLAR

Ayşe Hür
1955'te İsveç'ten bir kız jimnastik ekibi İstanbul'a gelir. Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptıkları gösteriyi piyano eşliğinde söyledikleri bir şarkıyla bitirirler. Şarkı ‘Tre Trallade Jantor’dur. O sırada salondaki bütün izleyiciler ayağa kalkar ve ‘Dağ başını duman almış/Gümüş dere durmaz akaarrrrr….’diye İsveçli sporculara eşlik eder. Durumu bilmeyen İsveç medyası olayı "centilmen Türk seyircisinden jest" olarak yorumlar. Nereden bilsinler, tam 40 yıl önce şirin şarkılarını millileştirdiğimizi…
“Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur/Katibimin setresi uzun eteği çamur… diye başlayan ünlü türkünün bestesi 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda kalan ‘eteklikli’ İskoç Alayı’na moral vermek için yazılmış ‘Donsuz askerler…’ diye başlayan bir asker şarkısıdır. II. Mahmut döneminde (1808-1826) modernleşme çabaları sırasında askerlere giydirilen setre ve pantolon mutaassıp çevreler tarafından ‘sokağa donla çıkmakla’ eşdeğer görülmüş, özellikle de ‘gavur mukallitliği’ denilen bu modernleşme hareketine çabuk uyum gösteren eli yüzü katipler halkın diline düşmüştür. Bir İstanbul külhanbeyi, bu katiplerle alay etmek için, Üsküdar yolu üzerinde olan Selimiye Kışlası’nda kalan İskoç askerleri için yazılan marşın müziğine Türkçe sözler yazar ve ünlü Katibim türküsü ortaya çıkar.
1974 Kıbrıs ‘Barış Harekatı'ndan sonra bir Yahudi şarkısına Türkçe sözler yazılmış ve ortaya Ayten Alpman’ın ünlü Memleketim şarkısı çıkmıştır. 1980 darbesinden sonra solcu mahkumları ‘millileştirmek’ için marş niyetine binlerce kez çalındığı için bu gün pek çok eski mahkum, bu şarkının adını duyduğunda bile ciddi bir gerginlik yaşar. On binlerce Fenerbahçelinin coşkuyla söyledikleri Yaşa Fenerbahçe Marşı, Franko dönemine ait faşist güfteli Viva L'Espanya (Yaşa İspanya) adlı İspanyol marşıdır ve bugün İspanya’da pek çok kişi bu marşı duymaya tahammül edemez. Ülkücülerin söylerken gözlerini yaşartan “Çırpınırdı Karadeniz/Bakıp Türkün Bayrağına” türküsü 18.yüzyılda yaşamış Sayat Nova adlı Ermeni sanatçının Kamança adlı şarkısının Türkçesi’dir.

((devamı sol büyük sütunda))

18 Aralık 2007 Salı

EVE DÖNÜŞ DEĞİL. ZİNDANA GİRİŞ YASASI!"



Röportaj; Ali Barış Kurt


''Topluma Kazandırma-Pişmanlık Yasası'' diye (son olarak 'Kardeşlik Projesi!) adlandırılır. ''Eve Dönüş'' diye nitelenir durulur. Asıl olansa, bunlar değil, buradaki ''Toplum''dan kastın ne vasıf taşıdığıdır aslında. Sivil toplumun arasına mı, 'silahlı toplum'un arasına mı?.. Öyledir ki; adlandırma ve tanımda, genelce sanılan bir tekabül etme durumuna rastlanmaz.

Bundan yaklaşık 5 yıl önce, 6 Ağustos 2003'te yürürlüğ giren 'Topluma Kazandıma Yasası''ndaki uygulamalarda, ilginç istatistikler belirmişti. Ayrıntıya girmeden bahsedersek; dönemde, Emniyet Genel Müdürlüğ verilerine göre, yasa çerçevesinde cezaevlerinden tahliye edilenlerin sayıı teslim olanları sayııı ikiye katlamıştı. Yani, cezaevlerinde tutuklu bulunan örgüt üyelerinin yasadan daha fazla faydalandııkonu olmuştu. Ayrıca ek olarak, 2003'teki yasa, PKK içinde silah bırakmaya yönelik bir 'katkı' görememişti!

Az önceki veriye dair ilk akla gelen, yasanın PKK'li kadrolara ağırlıklı çıktığı bir yana, yasadan şüphesiz Hizbullah gibi dağ yaşamını seçmeyen İslami örgütlenmelerin kat be kat daha fayda aldığı olmuştu. Yasayı çıkaran AKP olduğundan da şaşırmaya ne hacet!
Öte yandan o dönem cezaevinde bulunan 661 yine Hizbullah mensubundan toplam 389'u, teslim olanlardan ise 302'si serbest bırakılmıştı. Tutuklulukları devam eden Hizbu Tahrir üyesi 37 kişiden ise 27'si aynı yasaca tahliye edilmişti.
PKK tasfiyesi bu bakımdan sonuç vermeyerek yasa bir yönüyle çuvallamış, ancak 'asıl hedef olan' İslami terör örgütlerine ise, hayli yaramıştı.

Bu yıl tekrar gündemleştirilen ve PKK gerillalarının örgütten izole edilmelerine yönelik diye niyetlendirilen yasa, hükümet ve onu eleştiri odağı yapan-özellikle ana muhalefet ve MHP'li vekillerce çarpıtılmakta, askerin ise ufak tefek sorunlarda çıkan sesi, bu sefer yankı yapmamakta.
Akıllarda soru işareti bırakan tüm bu ilginçlikleri, örgüt üyeliğiyle suçlanan ve bu sebepten cezaevi ile tanıştırılan, sürgüne gönderilen ve halen yargılanma süreci devam eden Murat Cernit adlı bir Eve Dönüş mağduruna sorduk.. Cernit, aynı zamanda bir hukukçu. Moldova Cumhuriyeti Devlet Üniversitesi Hukuk Fakultesi mezunu. Branşı, Ceza Hukuku Uzmanı.
Aslında ona göre o 'sadece' bir hukukçu... Ancak, devlet örgütle bağının olduğunu iddia ederek hakkında davalar açmaya devam ediyor... Bu arada altını çizelim: Cernit'in mağdurluğu, yasadan faydalanmak üzere eve dönmek istediğinden değil, sadece dönemdeki suçlamalar dahilinde yasadan faydalanma hakkı varken, bu hakkının kullandırılmamasıyla ilgili...
Hukukçu Murat Cernit, kısa süre sonra mahkemesi olduğu halde, görüşme teklifimizi, Eve Dönüş projelerinin doğru anlaşılmasına az da olsa katkı sunmak istediği için kabul ettiğini söyledi... Çünkü o, Eve Dönüş sonrası uygulanacağı iddia edilen yasaların ne aykırılıklarla işlenmediğini, yaşamıştı!
Ona göre, bu yönde çıkartılan ve 'Pişmanlık' olarak bahsigeçen yasalar, örgüt militanlarını özgürlüğe değil, onursuz bir itirafçılığa sürüklüyor!..

İlk olarak konuya müdahil geçmiş dönemde yaşadıklarını kendisinden dinleyelim...
''Bana 1999'da haksız (asılsız) bir örgüt (PKK) üyeliğinden dava açıldı. Tutuklandım ve İstanbul 4 nolu DGM'de yargılandım. 2003 Aralık ayında, savcının davanın kapatılmasını istemesiyle gelişen süreçte, beraat ettim. Aynı savcı yargıtaya temyize gitti ve en az yardım yataklıktan ceza almamı istedi. Yargıtayda savcıya uyarak davayı aleyhime bozdu. Soruşturma evrağımı tekrar İstanbul DGM yerine bakan 12.Ağır Ceza Mahkemesi inceledi. Bu arada avukatım tekrar beraatimi istedi. Şayet mahkeme beraat vermek istemezse-en azından o tarihte yürürlülükte olan Eve Dönüş yasasından faydalanmamı istedi. Mahkeme konuya ilişkin İçişleri Bakanlığı'na yazı yazdı. İçişleri Bakanlığı ise gönderdiği cevapta 'yakalandığım dönemde PKK ve Kongra Gel'le ilgili devleti bilgilendirmediğimden mevcut yasadan yararlanamayacağımı' belirtti. Avukatım karara itiraz ederek sözkonusu yasanın pişmanlık (burada 'sözde' ibaresini kullanıyor) değil Eve Dönüş yasası olduğunu söyledi ve silahlı eyleme katılmamış herkesin yasadan faydalanabileceğini-yasaların bunu gerektirdiğini aktardı. Ancak mahkeme 'yasaya aykırı olarak' beni cezalandırdı. Ayrıca 2005'te çıkan yeni yasaya göre örgüt üyeliği cezasının 6 yıl 3 ay olması gerekirken bana eski tarihli yasadan haksız bir şekilde 12 yıl 6 ay ceza verdiler. Akabinde temyize gittik ve 5 Aralık 2007'de Yargıtay 9.Ceza Dairesi itirazımızı kabul etti ve davayı bozarak İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi'ne geri göndermeye karar verdi.''

Aslında bu anlatım, şu anki 221'in de ne şekil uygulanacağına dair sağlam ipuçları veriyor... Yine de konuyu sorularla işlemeye devam etmekte fayda var...


A.B.K: Yani, Eve Dönüş yasaları konunun hassaslığı nedeniyle çarpık işleyebiliyor ve bunda da konu 'terör' olduğundan çok da hukuki aşamalar aranmıyor, öyle mi?
M.C: Şüphesiz öyle.
A.B.K: Başbakan Erdoğan, geçenlerde 221'in esnekleştirilebileceğini söyledi...
M.C: Bakın, bunun birkez daha aldatmaca olduğunu anlamalıyız artık. Benzer yasa 2003'te de çıkarıldı. Ancak hiçbir silahlı eyleme katılmayan kişiler dahi müracaatları sonrasında yasadan faydalanamadılar.
A.B.K: Faydalananlar olmadımı Ya da faydalananlar itirafçıı yapanlar mıoldu?
M.C: Oldu. Ancak bunlar Hizbullahçı kesim ve dediğiniz gibi itirafçılar oldu. Bu anlamda yasaya da ''İtirafçılık yasası'' denirse, abartı olmaz.
A.B.K: Peki AKP'nin amacı geçen dönemdeki gibi yine Hizbullah'a bir 'güzelleme' olabilir mi?
M.C: Bana kalırsa, bu, hem Hizbullahçılar hem de devlet tarafından bazı suçlara bulaştırılmış kişilere verilen bir diyet borcu da olabilir. Çünkü bölgede AKP'ye çalışan, onlara oy toplayan geniş bir Hizbullahçı gerçeği vardı. Bunu göz önünde bulundurmak gerek.
A.B.K: Peki yasanın işlenmeyeceğini varsayarsak (burada Murat sinirlenerek ünlem işaretli bir ''Yalan mı söylüyoruz'' tepkisi veriyor), dağdan ayrılanlar ne yapılacak?
M.C: Geçen dönemlere de baktığımızda dağdan ayrılarak bu tip yasaya güvenen pek kimseler çıkmadı. Dönemde İçişleri Bakanı'da itiraf etmişti... Müracaat edenlerin çoğunluğu da cezaevlerindeki itirafçılardı zaten.
A.B.K: Yasa, gerilla içerisinde ciddi oranda bir tasfiye yaşnmasıa neden yaratamayacak yani...
M.C: Bence yaratmayacak. Çünkü devlete güven sözkonusu bile değil. Bakınız işte, hem Topluma Kazandırma deniliyor hem de dünden beri Güney Kürdistan'ın sivil bölgeleri bomba yağmuruna tutuluyor! Böyle bir hükümete gerillanın güveneceğini tahmin etmiyorum.
Devletin amacı gerçekten toplumsal bir barış ortamı ise, buna Genel Af ile başlamalı... Pişmanlık, itirafçılık yasaları ile halkı kandıramaz.
A.B.K: Genel aftan kastıı Öcalan'ıda mıkapsıor?
M.C: Kişiye yönelik yasalar hukuk devletine yakışmaz, ki zaten af PKK'nin tüm kadrolarını kapsamazsa, devletin bundan verimli çıkacağına ihtimal vermiyorum.
A.B.K: Ülke kamuoyunda yasanı işenebilirliğnden öte, bunun Kürt sorununa-ki onlarca 'terör sorunu', olumlu etkisinin olup olmayacağ tartıııor... PKK'nin silahsılanması bu soruna-beraberinde Kürt halkıa ne sonuçlar hazılar?
M.C: Şöyle ki, PKK'nin silahsızlanmasını yani kabaca PKK'yi bitirmek istiyorlarsa, önce örgütü doğuran nedenlerin ortadan kaldırılması gerekiyor. Bu, PKK'yi de bizatihi bitirmiş olur. Ancak tekrarlıyorum: Uydurmaca, kandırmaca yasalarla halka mal olmuş 30 yıllık bir hareket, sona erdirilemez.
Askeri seçeneklerin çözüm olmayacağını hem devlet hem de Türk halkı göremedi... Çözüm olsaydı eğer, 24 yıl önce 3-5 çapulcu dedikleri kitle, bu kadar çoğalamaz, güçlenemezdi... Ayrıca birilerinin PKK'yi terör ilan etmeleri de soruna fayda getirecek olsaydı; devlet tüm bütçesini dışarıya peşkeş çektirerek aktardığında- PKK'yi terör örgütleri listesine aldırmayı sağladığında fayda getirirdi. Ancak bu, sorunu çözüme kavuşturdu mu?.. Yani çözüm, adının ne konacağında yatmıyor.
A.B.K: Hukukçu kimliğnizle- mesleğnize ve geçmişmüvekkillerinize dayanarak, örgüt militanlarıı bu tarz yasalar gündeme geldiğnde neler hissettikleri, ne atmosfere girdikleri konusunda birşy söyleyebilir misin?
M.C: Şuna inanılmalı ki, gerilladan daha çok bu savaşın bitmesini isteyen hiç kimse yok! Hayatını sadece dağda geçirmenin, savaşmanın, insanların ölümüne şahitlik yapmanın, karşıdaki insanın da insan olduğu bilincinde ateş etmenin ne acı olduğunu onlar çok iyi biliyor. Suçlular, 1000 yıldan beri aynı toprağı, kaderi paylaşmış Türk ve Kürt gençlerini birbirine düşürenlerdir...
A.B.K: Bu suçluları sadece Türk yetkililer olduğnu mu vurgulamak istiyorsunuz?
M.C: Sonuçta Türk yetkililerin de ellerinde olmayan sorunlar söz konusu. Yine de onlara sitemliyiz. Kürt gençleri, 1919'dan 23'e kadar, Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar emeği olanların torunlarıdır. Bu baz alınarak düşünülmeli. Devlet isterse bu çatışmayı bitirebilir. Bakın, pişmanlık yasalarıyla, itirafçılık yasalarıyla zaman kaybedileceğine, yineliyorum; bir Genel Af ile bu sürece başlangıç yapabilirler. Şunu hatırlatmakta fayda var: Avrupalılar, 1919'da İstanbul'da toplanan Kürt Teali Cemiyeti'ne, bağımsız Kürdistan'ı hediye ettiler. Ama Cemiyet, ''1000 yıldan beri beraber yaşadığımız Türk kardeşlerimiz zor durumdayken, kalkıp Bağımsız Kürdistan'dan bahsetmemiz ahlaki değildir. Biz onlarla ortak vatanımızı kurduracağız'' diye cevap vermişti. Peki şu an dağdakiler o Cemiyet'in torunları değil mi? Neden bugün bağımsızlığı için savaşan bir halka dilini, kültürünü, kimliğini fazla görüyorsun? Esas sorun burda.
A.B.K: Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek Eve Dönüş'ü 'kardeşlik projesi' diye niteledi. Samimi buluyor musunuz?
M.C: Bu hoşuma giden bir soru oldu. Keşke inanabilsek... Kardeşlik, en güzeli. En özlem duyan da biz Kürtleriz.
Ancak Tarihçi Rus Lazerevin'in dediği gibi, ''İnsanlığın gelişmesine öncülük yapan Mezopotamya'nın yerli halkı olan Kürtler, bugün hayvanlar bile kendi dillerini konuşurken, anadillerinden mahrum durumdalar.''
A.B.K: PKK'nin bazı sosyalist çevrelerce eleştiri odağı yapılmasında, örgüt kadrosunun zaman zaman ABD'yle işbirlikleri yaptığı öne sürülüyor. Son olarak Murat Karayılan'da bu eleştirileri artıracak bir beyanda bulunmuştu: "Daha önce de PKK hareketinin herhangi bir devletin düşanıolmadıııifade ettik. ... ABD bölgede Kürt halkıa dayanmak ve Kürt halkııdost görmek istiyorsa, Güney Kürtlerini dost, Kuzey Kürtlerini düşan görmek olmaz, bu da ABD açııdan bir çelişidir." Siz bu tabloyu nasıl yorumluyorsunuz?
M.C: Şimdi, bu sorunun muhatabı ben değilim. Yine de şunu söyleyebilirim ki, Türkiye bu sorunu demokratik adımlarıyla çözüme götürmezse, Ortadoğu'da eskiden olduğu gibi güç dengeleri değişir ve bu da istenmeyen bir duruma, halkların boğazlaşmasına kadar uzar... Irak'taki Şii-Sünni, Filistin'deki El Fetih-Hamas örnekleri gibi... Bunları yaptıran ABD ve İsrail, ne malumki aynı durumu Kürt ve Türk halklarına uygulamayacak...
Türkiye'deki sosyalistlere ise güvenim yok. Resmen Türk milliyetçiliği yapmaktalar. Onları solda veya sosyalizmde gördüğüm söylenemez.
A.B.K: Bu son söylediğiniz haksı bir genelleme olmaz mı..Ayrıa kastettiğniz sosyalist örgütler de, PKK'yi Kürt milliyetçiliğ yapmakla suçluyorlar...
M.C: Bireylere diyeceğim yok. Ama partileşme olarak sosyalistliğin gereğini yerine getiren parti, Türkiye'de yok. Kürt gençlerini sokaklarda linç etmeye kalkışan ırkçı çevrelere sessizliklerini iyi izledik...
Sağda solda Kürtleri eleştireceklerine, kanın durdurulması üzerine seslerini yükseltsinler.
A.B.K: Örneğn parlamentoda DTP haricinde bir ÖDP lideri Ufuk Uras da Kürt sorununa objektif yaklaşnlardan değl mi?
M.C: Sanmıyorum. Kürtlerin oylarıyla meclis'e girdi ancak DTP'ye katılmadı. Ayrıca Mersin ve Adana'da kendi partisini seçime sokarak, DTP'nin iki tane milletvekili adayınının seçilmesini önlemiş oldu.
A.B.K: DTP'ye katımamasııKürt sorununa subjektif yaklaşııa bağıorsunuz. Peki bunu yapmı olmasıkendi tabanıa haksılı olmaz mıdı
M.C: Eğer o kadar dürüst ise seçim öncesi netleşseydi ve DTP'den destek istemeseydi.
A.B.K: Az önce değndiğm bir noktayıatladıı: PKK'nin Kürt milliyetçiliğ yaptııa dair suçlamalar ve kuruluşndaki sosyalist argümanlardan uzaklaşııyönünde tespitler...
M.C: Atlamadım aslında. Ben PKK'nin ne temsilcisi ne de üyesiyim. Kürt olarak, şahsi yorumluyorum. Ayrıca bölgede kan akarken, faili meçhul cinayetler sonlandırılamazken, sosyalist ya da ulusalcı olmanın faydası nedir... Toplumsal barışı sağlamak, annelerin gözyaşlarını dindirmek olmalı ilk görevleri-miz.



A.B.K: Yasaya (221) ilişkin son olarak söylemek istedikleriniz...
M.C: Topluma Kazandırma Yasası kesinlikle pişmanlık veya itirafçılık niyetinde düzenlenmemeli. Bir hukukçu olarak, müracaat edenlerin tümünün sorgusuz sualsiz faydalanmaları doğru buluyorum. Akabinde çözümün Genel Af'tan geçeceğini tekrarlamak isterim. PKK'ye ve devlete çağrım; dünyada mürekkebin bitmediğini hatırlasınlar. Hatırlasınlar ki, silahları konuşturmaktan vazgeçsinler. Buna paralel olarak TSK'da güncel operasyonlarını,Güney'i bombalamayı durdurmalı. PKK'de yasal düzenlemelerle barış ortamını sağlama yönünde taraf olmalı. Silah bırakmalıdır.


Röportaj: Ali Barış KURT


Hiç yorum yok: