Sınırları insan erdemleriyle belirlenmiş, ne sınıfsal ne de etnik nedenlere mahkum olmamış doğrularımızla özgürlük ve demokrasi mücadelesini sürdüreceğiz...

BURADAYIZ İŞTE...

OKURLARIMIN DİKKATİNE. BLOGUMDA TEKNİK BİR ARIZA YA DA BİR SALDIRI GERÇEKLEŞMİŞTİ.. ŞİMDİ HER ŞEY YOLUNDA...EMEKLERİMİZ BURADA... SAĞLICAKLA KALINIZ...

PARALEL BİR BLOG DA DEVAM EDİYOR...

Yeni blogun adresi: http://mirural.blogspot.com/

ŞU AN İZLEMEKTE OLDUĞUNUZ BLOG ADRESİ İLE YENİ BLOG ADRESİ BİRBİRİNE ÇOK YAKINDIR. İLGİNİZE TEŞEKKÜRLER.

MİHRAC URAL

...

...

...

...

TÜRK MODERNLEŞMESİ JAKOBENİZM VE BONAPARTİZM

Yener Orkunoğlu

Türkiye'de modernleşme hareketinin tarihini ve modernleşmenin toplum üzerinde yarattığı etkileri incelemek ve aynı zamanda modernleşme konusunda liberal entelektüellerin yarattığı yanılsamaları açığa çıkarmak zorundayız.
Liberal entelektüellerin çarpıttığı bir konu var. Siyasal İslam'ın yörüngesine girmiş bir çok entelektüel, Türkiye'deki Kemalistleri Jakoben olmakla suçlarlar. Yani Jakobenizm, darbeci ve anti-demokrat olmakla özdeşleştirilir. Böylesi bir değerlendirme, Jakobenizmin çarpıtılmasıdır. Kemalizm'i, Jakobenizm olarak değerlendirmek, Jakobenizme karşı bir haksızlıktır. Çünkü Jakobenizm, Fransız Devrimi döneminde küçük burjuvazinin (baldırı çıplakların) radikal bir devrimci hareketi olarak doğdu. Fransız Devrim hareketinin sol kanadını oluşturur.
((Devamı orta sol sutunda))

..

..

Mihrac Ural

Mihrac Ural

Yeniden felsefe okumak


Cumhuriyetin Doğuya sırtını dönmesinin mahkumu idik. Alfabe kırılmasının sonucu da, okuma adına nemiz var nemiz yok, arşivlerin küfüne terk edildi. Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle zaten olmayan okumalara, sıçramalardan oluşan, dengesiz ve sonuçta eksiklikten kaynaklanan bir topallamaya düştük. Bu da, ülkemiz felsefe bilincinin derinlik ve bütünlüğünü oluşturacak zincir halkalarının kopuk olmasını getirmiştir.
Yunan felsefesi akılcılığının Aristo’yla temsil edilen sunumunu, İslami bir yorum ve ilerleyişle ele alan Farabi’de ifadesini bulan akılcılığa karşı, “ Tahafüt el Felasife” diyerek, dünya ve ahiret işinde akıla yer bırakmayan Gazali’nin, bu güne kadar süren tutuculuğundan yana saf belirlemiştir. Gazalinin, “filozoflar”ın aklın hareketinden yana dünyevi olayları yorumlayan yaklaşımlarına karşı yaptığı eleştirilere, aklın bir militanı İbni Rüşt’ün ünlü cevabı olan “Tahafüt el Tahafüt” ü tanımazlıktan gelmiştir. Böylece sağ, Yunan ve batı felsefe okumaları eksiğiyle iki ayağı topal hale gelmiştir. Dayandığı felsefi okumaların karşıtlarını da bilmemekle, sığ kalmıştır.((Devamı sol ana sutunda))

****

****

24 Nisan soykırımı hepimizi katletmişti...

Mihrac Ural

Osmanlının yürüttüğü son katliam olan Ermeni jenosidi –soykırımı- hepimizi katletmişti. Tam 93 yıldır sürmekte olan zorunlu sürgün ile insanlık sucunda İttihat –Terakki’nin ‘SOYKIRIM’ imzası vardır.

Ermeniler, kendi uygarlık katkılarıyla Anadolu’ya renk katan, bölgemizin en eski uluslarından olup, ”katli vaciptir” denilerek yurtları yakılmış, eski çağların bile tanık olmadığı bir vahşetle toptan sürgüne mecbur edilerek, 1,5 milyon insanı katledilmiştir; sürgünde ayakları telef olan uygar insanlar, Aziz Paşa’dan ayakkabı talep edince, “Rahat yürüsünler diye bunlara ayakkabı giydirin” diyerek verdiği emirle, “ayaklarına at nalı çakılmıştır”. Aç çocuklara, yüksekten sarkıtılmış ipe bağlı ekmekle, tavşan kaç tazı tut oyunu oynayarak işkence yapan, “su içerken yılan bile dokunmaz” erdemini ayaklar altına alarak, susuzluktan yerdeki su birikintisine yüzü koyun uzanıp su içen insanları topluca kurşuna dizen bir vahşet yaşanmıştır.

Dünya kamuoyunca tüm çirkefliğiyle bilinen bu katliamın Osmanlı sorumluluğunda olmasına karşın, TC. dahi bu kirli mirası reddetmeye yanaşmamış, Osmanlıyı savunmuştur; Maktulleri, katil ilan ederek saldırıya geçmiştir. Gerçekler sürekli inkar edilerek, yadsımaya dayalı bir düşünce sistematiği kurulmuştur.

“Resmi tarih” diye ünlenen tezler, inkarların tarihi olarak topluma dayatılmıştır.**19. yy sonlarından başlayarak, Katolik ve Gregoryan (Ortodoks) diyerek birbirlerine kırdırılan, tenkil ve sürgünlerle, mal mülklerine el konularak baskı altında tutulan Ermenilere yönelik soy kırımı, I Dünya savaşının, malum bol bahaneleri altında girişilmiştir (24 Nisan 1915).

Savaş sırasında, önce Ermeni gençlerinin Askere alınarak silahsız bırakılması ve ardından toplu tasfiyelerin yapılması, geride kalan Ermeni halkının Tenkil ve sürgünlerine geçilmesi. Bu konuda talimatların dakik bir biçimde, en yetkili resmi merciler tarafından istenip, izlenmesi. O dönemin Sadrazamı (Başbakanı) Talat Paşa’nın, başından itibaren olayları, dikkatlice takibi, emirler vermesi, istatistik tutması (iskan edecekleri yerde dahi nüfusa göre oranlarının %5 geçmeyecek düzeyde tutulmaları talimatları da dahil) ve bunun en ince ayrıntısına kadar yazılı özel notlarla tescili, Ermenilere reva görülen her şeyin, planlı bir tarzda icra edildiğini göstermeye yeterlidir (Ermeni tehciriyle ilgili Talat Paşa’nın tutanakları için bkz. Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi, 24 Nisan 2006’dan itibaren yayınlanan dizi) Bu, Ermenilere ilişkin, adına ne konulursa konulsun, yapılacak olanların önceden planlanmış eylemler olduğunu gösterir.

Bundan sonra, sonuçlara bakılarak, yapılanlara verilecek ad, tanımlamaya geçilir.*Böylesine planlı ve en ince ayrıntısına kadar takip edilmiş ve bir etnik topluluğa yönelen, sonuçta en iyimser tahminlerle, el yazması tutanaklardaki rakamlarla bir milyon (1000 000) üzerinde Ermenin ölümüne yol açan, kimi şehirlerde nüfusu yüz binlerden sıfıra indiren, çoluk çocuk on binlerce canın etnik yapısını değiştirmek için farklı etnik toplumlara dağıtan, topraklara el koyan, binalarını yıkan, her türden maddi ve canlı servetine el koyup katleden girişimlere, soy kırımından başka bir ad verilemeyeceği görülür.

Bu bir soykırımdır. (..)Osmanlıdan, cumhuriyete süre gelen bu aklın, daha uzun süre yürürlükte olma tehlikesi tüm çıplaklığıyla kendini göstermektedir. Tarihimizle cesurca yüzleşmeden bu aklı toplumsal işlevlerimizden ve geleceğe ilişkin yaşam planlarımızdan söküp atmak güç gibi duruyor.
((*)Ermeni jenosidi ve Kürtleri inkarı –Mihrac Ural)

**
Sıranın kendisine gelmeyeceğini sananların dikkatine, bu vatanın birimize değil, hepimize ait olduğunu bir kez daha, bin kez daha yeniden birbirimize kanıtlamakla yükümlü olduğunuzu artık anlamak zorundasınız.

Bilmelisiniz ki, farklılıkları içselleştirmek, onlarla barış içinde yaşamayı fiilen gösterip, haklarını anayasal ve kurumsal güvencelerle kökleştirmek ertelenmez bir görev haline gelmiştir, bu yapılmadıkça bu vatanın hepimize ait olduğuna kimseyi inandıramazsınız.

Mümkünü, imkansız hale getirmeye devam ederseniz, sizi biz farklılar, ayrı varlıklar bile kurtaramaz. Bunun vebali, Hrant Dink’in katline yol açan akıl sistematiğinin kıyımına tek tek ve topluca maruz kalmaktır bilesiniz.
((*)Hrant Dink'in Katli ve Tarihi Gerçekler –Mihrac Ural)


Murat Altunöz’ün Beklenen Kitabı Kırılgan Zamanlar Çıktı…

2002 Ocak ayında başladığımız yolculuğumuza 7 yıldır devam ediyoruz. Karalama Dergisi, ülkenin koşullarına göre bazen inişler ve çıkışlar yaşamamıza rağmen her geçen gün dergimizle daha da büyüyoruz.

Karalama Dergisi olarak;
Şair Nevruz Uğur ve Halil İbrahim Yıldız’ın kitaplarından sonra Karalama’nın Kurucusu ve halen Editörü olan Murat Altunöz’ün Kırılgan Zamanlar adlı kitabını yayımladık.
Geçmiş zamanların, kırılmış, yalnız ve hüzünlü dizelerinde bulduk kendimizi,
Her dize de bir direniş, bir sürgün, bir ayrılık ve özlem var.
((Devamı sol alt sutünda))

...

...

Yerel Çeteleşmenin Boyutu...

Murat Altunöz /Gazeteci

Çeteleşme yıllar sonra Ergenekon operasyonuyla tekrar gündeme geldi. Eskiden bildiğimiz mafya sistemi çökmüş artık daha organize ve daha profesyonel bir hal alan almıştır.Bazı yazarlar, Emekli Polisler ve Emekli askerlerinde içinde bulunduğu yeni bir yapı ortaya çıktı.Aslında bu tür çeteleşmeler yıllardır hep ülkemizde vardır. Ama bu hafta benim bahsetmek istediğim yerel çetelerdir. malesef son yıllarda ciddi anlamda yerel çeteleşme ve Organize suçlarda bir çoğalma vardır. Zaten Hatay il Emniyet Müdürü Osman Çapalı'da bu konuya dikkat çekerek " Bireysel suçlar artık organize suçlara kaymıştır" demiştir.
((Devamı sol ana sutunda))


İNTERAKSİYON

Faiz Cebiroğlu
Her gelişim, karşılıklıdır. Her ileriye yönelik değişim, bir interaksiyondur. İnteraksiyon, karşılıklı etkileşim oluyor. İnsanlar, başkalarıyla birlikte yer alarak, başkalarıyla birlikte öğrenerek sosyal yönlerini geliştiriyorlar. Sosyal yönünü geliştiren insan, aldığı öğreti ve deneyimlerle bireysel yönünü ”işleyerek” yapılandırıyor. Yapılanma, ”özbilinç” ve ”özgüven” ile nitelik bir hal alıyor.

İnteraksiyon ya da karşılıklı etki, yaşadığımız toplumda, değişik yer ve ortamlarda farklı farklı oluyor. Dille başlayan diyaloğa; insanların bulunduğu yaşam tarzları, çalışma biçimleri ve kısacası sahip oldukları sınıfsal konumları da ekleniyor. Sosyal sınıf, gelişimde ”ana halka” oluyor. Sosyal sınıf, ileriye yönelik değişimin ”can alıcı noktasını” oluşturuyor.

(Devamı orta ana sütunda )
http://mirural.blogspot.com/

...

...

Yabancılaşmanın Dinamiği


Mihrac Ural

Yabancılaşma, insanlık ailesini birbirine yakınlaştıran, farklarını hızla öteleyen özel mülkiyeti ve olumsuz sonuçlarını bile köşeye sıkıştırma işlevi gören sonuçlarıyla, olumsuz değil çok olumlu bir role sahiptir. Tarihsel süreciyle derinleşip geliştikçe gerçekleşen yabancılaşma, insana çok daha cüretkâr olma, çok daha özgürce beyin labirentlerinde kurguladığı fantezileri yaşama ve bunu yaparken de dar anlamda aile, mahalle gibi klancı darlığın etkiler altında kalmayıp, geniş anlamda da ulusal sınırları aşıp belki başlangıcı sanal âlemin nimetleriyle, bilgi çağının iletişim olanaklarıyla bu tutku ve arzularının doruklarını zorlama şansını elde etmektedir.Yabancılaşma olmasaydı, emeğin sosyal etkilerinden bahsetmemiz mümkün olamazdı. Emek ne kadar sahibinden uzaklaşır, ne kadar sahibine belirgin olmaktan çıkarsa, o kadar evrensel ölçeklerde hizmet sunmaya başlamış demektir. Ve bir o kadar kültürel farklılıklarını hesaba katmadan ( renk, ırk, ulus, coğrafya, bölge farkı tanımadan) insan türüne ait hale gelmiş demektir.
((Devamı orta ana sol sütunda: ))
http://mirural.blogspot.com/

..

..

MİLLİ MARŞLAR

Ayşe Hür
1955'te İsveç'ten bir kız jimnastik ekibi İstanbul'a gelir. Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptıkları gösteriyi piyano eşliğinde söyledikleri bir şarkıyla bitirirler. Şarkı ‘Tre Trallade Jantor’dur. O sırada salondaki bütün izleyiciler ayağa kalkar ve ‘Dağ başını duman almış/Gümüş dere durmaz akaarrrrr….’diye İsveçli sporculara eşlik eder. Durumu bilmeyen İsveç medyası olayı "centilmen Türk seyircisinden jest" olarak yorumlar. Nereden bilsinler, tam 40 yıl önce şirin şarkılarını millileştirdiğimizi…
“Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur/Katibimin setresi uzun eteği çamur… diye başlayan ünlü türkünün bestesi 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda kalan ‘eteklikli’ İskoç Alayı’na moral vermek için yazılmış ‘Donsuz askerler…’ diye başlayan bir asker şarkısıdır. II. Mahmut döneminde (1808-1826) modernleşme çabaları sırasında askerlere giydirilen setre ve pantolon mutaassıp çevreler tarafından ‘sokağa donla çıkmakla’ eşdeğer görülmüş, özellikle de ‘gavur mukallitliği’ denilen bu modernleşme hareketine çabuk uyum gösteren eli yüzü katipler halkın diline düşmüştür. Bir İstanbul külhanbeyi, bu katiplerle alay etmek için, Üsküdar yolu üzerinde olan Selimiye Kışlası’nda kalan İskoç askerleri için yazılan marşın müziğine Türkçe sözler yazar ve ünlü Katibim türküsü ortaya çıkar.
1974 Kıbrıs ‘Barış Harekatı'ndan sonra bir Yahudi şarkısına Türkçe sözler yazılmış ve ortaya Ayten Alpman’ın ünlü Memleketim şarkısı çıkmıştır. 1980 darbesinden sonra solcu mahkumları ‘millileştirmek’ için marş niyetine binlerce kez çalındığı için bu gün pek çok eski mahkum, bu şarkının adını duyduğunda bile ciddi bir gerginlik yaşar. On binlerce Fenerbahçelinin coşkuyla söyledikleri Yaşa Fenerbahçe Marşı, Franko dönemine ait faşist güfteli Viva L'Espanya (Yaşa İspanya) adlı İspanyol marşıdır ve bugün İspanya’da pek çok kişi bu marşı duymaya tahammül edemez. Ülkücülerin söylerken gözlerini yaşartan “Çırpınırdı Karadeniz/Bakıp Türkün Bayrağına” türküsü 18.yüzyılda yaşamış Sayat Nova adlı Ermeni sanatçının Kamança adlı şarkısının Türkçesi’dir.

((devamı sol büyük sütunda))

30 Mart 2008 Pazar

Nato; ölüm, savaş, istila...demektir!

Bedreddin mahir

Bedreddin.mahir@gmail.com

3 Nisan 2008

Romanya’nın başkenti Bükreş’te 2-4 Nisan 2008 de, 26 üye ülkenin liderlerinin yapacağı NATO zirve toplantısın da, temel konu enerji kaynaklarının denetimi oldu. Bu toplantıda iki önemli konu daha var,
ABD'nin Doğu Avrupa'ya konuşlandırmayı planladığı füze kalkanı projesi konusu ve Genel Sekreter de Hoop Scheffer’in açıklamalarında dile gelen “siber savunmada örgütün sorumluluğunun artırıl”ması konusudur.

NATO tarihi, ölüm, savaş ve istilaların tarihidir. Bu tarihin insanlık nezdinde açtığı yaralar daha yüzyıllar sürecek izlerle yaşamaya devam ederken, pervasız yenilenmelerin yapılmakta olduğu da gözlemlenmektedir. NATO’nun bu zirvesi, ABD dayatmaları altında, dünya ölçeğinde sürdürmek istediği tek kutuplu egemenliği, Avrupa birliğini kendi çıkarları için işlevlendirme çabaları, ve en önemlisi enerji kaynaklarını kendi çıkarları lehine yeniden denetim almayı güçlendirme girişimleriyle belirginleşti. NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’ı da üye yapma önermesiyle bir biçimde yeni soğuk savaşların düzenlenişine yönelerek Avrupa’yı ihtiyacı olmayan sorunlarla boğmak istemektedir. Avrupa bir maşa olarak Ruslarla gerginlik içinde sürecek ve alabildiğine karmaşıklaştırılacak ilişkileriyle kaos ortamı içinde etkisizi hale getirilirken, Rusların kuşatılması ve en yakın temas noktalarında tedirginlik içinde bulunması sağlanacaktır. “Füze kalkanı projesi” budur. Bu projenin en önemli acil işlevi ise ABD’nin Kafkas ve Ortadoğu enerji kaynakları ve yolları üzerindeki denetiminin de rahatlatılmasına bir hizmet olarak tırmandırılmaktadır. Bu amaçla üyelerden Afganistan’a askeri yığınak için talep dayatmalarının ardı arkası kesilmeden sürmektedir. Amerikan Dışişleri Bakanlığının, 18 Mart 1949 tarihinde okuduğu Kuzey Atlantik Antlaşmasıyla kurulan NATO artık Kuzey Atlantik Ülkeleri güvenlikleriyle ilgili olmayı bırakalı çok oldu. Zaten amacı da hiçbir zaman bu değildi. 1990’dan bu yana, soğuk savaşın bitiminden bu yana düşmansız yaşanmayacağı güdüleriyle, her türden özgürlük ve kurtuluş hareketini “terörizm” adı altında düşman ilan ederek yeni işlevler yüklenmiştir: bu yeni işlevler gerçekte eskinin devamını yeni söylemlerle örtmekten ibarettir. Bunun altında da en temel sorun enerjidir ve enerji kaynaklarına giden yolların güvenliğini kendi çıkarları için korumaktır. Bu çıkar denkleminde tüm ülkelerin, halkların ulusların, insani olan her şeyin tepelenip geçilmesi önünde hiçbir güç bırakılmamaktadır. Birleşmiş Miletler ve güvenlik konseyinin düştüğü haller bunun açık anlatımıdır. ABD küreselleşmenin karşısında küresel bir siyaset, dayatma kıyım ve yıkım projesiyle çıkmakta en yakın müttefiklerine bile rahmet göstermemektedir. Bunu da açıkça, ilan ederek, yeryüzündeki tüm güçlere haddini bildirmekten geri kalmamaktadır. Bu zirvenin temel sloganlarından biri de 'terörizme karşı ortak mücadele'dir. NATO, terörizm diye kendine ihdas ettiği yeni düşmanla iştigal ettiği abesler, özellikle bölgemizdeki emelleri için hayati bir araç olmuştur. Afganistan’da Ruslara karşı savaşın olmazsa olmaz müttefikleri Talibanlar ve el kaideler, ABD’nin bin bir amaç taşıyan yeryüzündeki müdahalesi için bir gerekçe figürü olarak dile dolanırken, “siber savunma” adı altında, bilgi ve iletişim çağının tüm etkinliklerini de çıkarlarının hizmetine sunma projeleriyle gelmektedir. Bu projelerde müttefiklerinin bile denetlenmesi, takip edilmesi, dinlenmesi, kontrol altında tutulması amaçlanmaktadır: NATO siber savunmada etkin yer alışı bu genelleme içinde ABD’nin hedeflerine varma çabası ön plandadır. Bölgemizde istihbarat faaliyetlerinin önemli bir dayanağı olan bu siber savunma projesinde, İsrail’le birlikte ABD, bölgemiz enerji kaynaklara uzanan ölümcül tutsaklık için ikame edilmektedir.
“Teröristlerin siber saldırısı” adı altında yaptıkları tanımlamalar: “Bilgi sistemleri doğrultusunda elektronik araçların bilgisayar programlarının ya da diğer elektronik iletişim biçimlerinin kullanılması aracılığıyla ulusal denge ve çıkarların tahrip edilmesini amaçlayan kişisel ve politik olarak motive olmuş amaçlı eylem ve etkinliklerdir. ”Olarak ortaya sunulurken, gerçekte bunu yapabilecek tek gücün kedileri olduğu gerçeğini gizleme amacı taşımıştır. Bunu, bu alanın teorisyenleri Desouza ve Hensgen, “İnsanları öldüren silah değil, silahı kullanan insandır.” Diyerek, siber araçların “iyi amaçlarla kullanılması” (!) gerektiğini dile getirerek, “siber savunma” adı altında, zayıf ülkelere saldırı yöneltmeyi meşrulaştırmaktadırlar. Böylesi bir etkinliğin, dünyamızda ABD başta olmak üzere belli başlı NATO ülkesi dışında kimsenin elinde olmayacağı düşünülürse, siber savunmanın ne anlama geleceği açıktır. Bunu da şu söylemle örtme çabasındadırlar; “Hemen hemen bütün ülkelerin gitgide bilgisayar ve iletişim teknolojilerine kaçınılmaz olarak bağımlı olması, içinde bulundukları risk durumlarının da, buna bağlı olarak artmasına yol açmaktadır. Pollitt’in ‘Amerika, tamamen bilgisayarlara bağımlıdır. Bu yüzden artan bir şekilde risk altındadır’ sözü bu gerçeği yeterice yansıtır özeliktedir.

Bütün bu hengamede ülkemiz tehlikenin tam ortasınadır. Bölgemizdeki çıkarlarına göre, ülkemizi ordusundan toprağına kadar, üslerinden siyasilerine kadar her yön ve işlevde çıkar planlarına göre mevzilendirmek isteyen ABD, NATO birliği adı altında amaçlarına daha etkin varmak istemektedir. Stratejik maşadan öte bir değer biçmedikleri ülkemizi, ateş çemberinde stratejik müttefik diye aldatan bu güçler, bölgemizde komşularımızla ebedi düşmanlıklar için her yola başvurmaktan çekinmemektedir. İran sorununda yapılmakta olan hazırlıkların da, kirli bir unsuru haline getirilmek istenmektedir. Afganistan ve sonra Irak işgalinde gösterilen askeri başarının devam edememesi ve bunun bölgede istenen politik sonuçlarının oluşmaması nedeniyle yeni cehennemi planlar üreten ABD, NATO güçlerini de içine alan hamleler için roller dağıttığı gözlenmektedir. Akıllara ziyan bu gelişmeler, ülkemiz ve bölgemiz üzerinde karanlıkların doğuşunu müjdeliyor gibidir.

Görülen o ki, “ortak savunma” adı altında NATO’nun kirli amaçlarına, “terörizm saldırıları” aldatmacası altında siber tutsaklık sürecine doğru tırmanın gelişmeler, ülkeleri ve ulusları ABD’nin evrensel çıkarlarına adapte olma dayatması yükseltilmektedir. Bu güne kadar ortaya çıkan tüm veriler, ABD’nin müttefiklerini de bu sürece başarıyla sürüklediği görülmektedir. Tarihin en büyük yalanıyla Irak’a yapılan saldırıda, müttefiklerin oynadığı gayri ahlaki rolü örtecek hiçbir şey yapılmamıştır. Bu uyumlaşama özellikle de zayıf ülkelere yaşamın tek alternatifi olarak dayatılmaktadır. Bu süreçte halkların önünde ye teslim olma ya direnme çizgisi dışında bir seçenek bırakılmamıştır.

Tüm zorluklarına karşın direnme çizgisi, halkın dik duruşunu sürdürebileceği tek seçenek olduğunu göstermiştir. Irak, Filistin, Lübnan, Hatta Afganistan’da durum budur. Direnme hattı, yeryüzünde halkın iradesini yenilgiye uğratacak bir silahın olmadığını göstermiştir. ABD’nin ve NATO gibi güçlerin insanlığa tasallutlarından kurtulmanın olası tek yolunun direnme olduğu belirgin hale gelmiştir. Ortak ülkemiz ve halklarımız açısından da durum budur. Aksi davranışlar sahiplerine çıkar sağlamayacak bir handikaptan ibarettir.


Hiç yorum yok: