Mihrac Ural
24 Şubat 2008
Bir ülkenin silahlı kuvvetleri, kendi vatandaşlarına karşı sınır ötesi operasyon yapacak kadar çılgınlaşmışsa, bu siyasal egemenlik altında ortak bir yaşam imkanı kalmamış demektir. Orduların ülküleriyle ilişkisinde kırılmaların olduğu yer de burasıdır. Bir ülkenin, bir devletin ordusu vatandaşlarını kapsayan ortak bir idealin ülküsünü taşımaktan uzaklaşmış ve tek boyutlu hale gelerek, farklılıkları, ayrı varlıkları dışlar konuma düşmüş ise, orada ortak bir yaşam için yeterli bir ortak payda kalmamış demektir. Ortak yaşama dair ciddi sorunlar var demektir.
Bu anlamda savaşla kazanılacak hiç bir şey olmayacaktır. Sadece tarihsel düşmanlıklar inşa edilecektir. Bu yüzden, bu savaşı, bu ordu kaybetmeye mahkumdur. Kürt ulusu ise kendi topraklarında, anavatanında bu savaşı er ya da geç kazanacaktır. Yeryüzünün tüm kuvvetlerini toplasalar da, anavatanına bağlı, toprağında kökleşmiş ve ulusal kültürel dokusunun dinamiklerine yaslanarak hak talebinde bulunan bir ulusun siyasal tercihini yok etmek mümkün olmayacaktır.
Bu anlamda savaşla kazanılacak hiç bir şey olmayacaktır. Sadece tarihsel düşmanlıklar inşa edilecektir. Bu yüzden, bu savaşı, bu ordu kaybetmeye mahkumdur. Kürt ulusu ise kendi topraklarında, anavatanında bu savaşı er ya da geç kazanacaktır. Yeryüzünün tüm kuvvetlerini toplasalar da, anavatanına bağlı, toprağında kökleşmiş ve ulusal kültürel dokusunun dinamiklerine yaslanarak hak talebinde bulunan bir ulusun siyasal tercihini yok etmek mümkün olmayacaktır.
Türk Ordusunun çabası beyhude bir çabadır. Bu kaçıncı saldırı, bu kaçıncı "bitirdik" yalanı; tekrar eden bu yalan dizisine yeni bir halka daha ekleniyor. Bu beyhude çabalar geçlerimizin ölümü, halklarımızın kıyım ve yıkımı üzerine inşa ediliyor. Bunun hesabını bu çılgınlar ağır bir fatura olarak ödemekten kaçamayacaklardır. Tarihte bu maceracılığın bilançosu, Osmanlının sonunda ayan beyan olmuştur. Tarihinden ders alamayanlar gelecek için hiç bir önermeye sahip olamazlar. Önermeleri olmayanların başvurdukları askeri zorla ise varacakları tek bir yer vardır, o da kaostur.
Sürdürülmek istenen bu haksız savaşın, havadan ve karadan bir toplu imha savaşına dönüşmüş olmasının başka bir anlamı kalmamıştır. Bu savaş haklı bir savaş değildir. Demokratik haklarını isteyen Kürt ulusunun kendini siyasal olarak ifade etmesinin her türüne karşı yöneltilmiş bir savaştır. Bu savaş sadece Kuzey Kürdistan Kürtlerine karşı da değil, Irak Kürdistan’ın da gelişmekte olan siyasal var oluşun her türden ifadesine de bir düşmanlık mesajı olarak gündemdedir.
Böylesine çok yönlü bir saldırının ABD’den bağımsız olması düşünülemez. Türk ordusunun kendi vatandaşına karşı bu ölçekte dış güçten, bir sabıkalı insanlık katili emperyalist çıkar gücünden icazet alarak yürümesi, öncelikle ne ölçüde güçsüz ve zaaflar içinde olduğuna bir işarettir. Ayrıca bu savaş, hükmü altında yaşayan halklara karşı duyduğu güvensizliğin de bir ölçüsüdür; onları yok etmek istemesi gibi canice bir duygu, kaygının ve korkunun ifadesidir. Bu ortamda savaştan bir sonuç beklemesi de boşunadır.
Ekonomik olarak da bu savaşın altından kalkamazlar. Yüz milyarları çoktan aşmış, faizleriyle bir o kadar yükler altında olan bir ekonominin kaynaklarını halkına rağmen ve halka karşı bir macerada tüketmenin ağır bilançosu güçlü ekonomileri bile çökertir. Ancak kendi vatandaşına beslenen ahlaksız nefretin yoluna bu harcamaları yapma kararında olanlar, ellerinde kalan son kozları da kaybetmeye mahkum olacaklardır. On yıllardır kazanamayanların son şansları da, önceki kumarın sonucundan başka bir şey olmayacaktır. Abesle iştigal tas tamam buna denir.
Bu savaş bir tür sonun başlangıcıdır. Bu savaş haklı demokratik taleplere, ayrı varlık olarak kendi siyasal tecelli arayışında olan Kürtlere, bölge çapında bir saldırıdır. Saldırının hedefi başarısızlığa mahkumiyetin de ifadesidir. Çünkü bu savaş topraklarında kökleşmiş yaşamıyla, tarihin zulmüne direnmiş kültürleriyle dik durmaya devam eden bir halkı yok etme gibi beyhude bir amaç taşımaktadır. Bu amaçla yürüyen savaşın, ne kadar güçlü olursa olsun, silahla, kurşunla, top, tüfek, bombayla kazanacağı bir şey olamaz. Bu savaşın mantığı, hedefi, çabası ve elde etmek istediği sonuçlarıyla birlikte, ayrıca bölücü bir savaştır. Ayrımcı olduğu kadar da soykırımcı eğilimler taşıyan bir savaştır. Bu yüzden geride kalmış tüm değerlerin de sonuna bir başlangıç teşkil edecek bir savaştır.
Bu savaş bir tür sonun başlangıcıdır. Bu savaş haklı demokratik taleplere, ayrı varlık olarak kendi siyasal tecelli arayışında olan Kürtlere, bölge çapında bir saldırıdır. Saldırının hedefi başarısızlığa mahkumiyetin de ifadesidir. Çünkü bu savaş topraklarında kökleşmiş yaşamıyla, tarihin zulmüne direnmiş kültürleriyle dik durmaya devam eden bir halkı yok etme gibi beyhude bir amaç taşımaktadır. Bu amaçla yürüyen savaşın, ne kadar güçlü olursa olsun, silahla, kurşunla, top, tüfek, bombayla kazanacağı bir şey olamaz. Bu savaşın mantığı, hedefi, çabası ve elde etmek istediği sonuçlarıyla birlikte, ayrıca bölücü bir savaştır. Ayrımcı olduğu kadar da soykırımcı eğilimler taşıyan bir savaştır. Bu yüzden geride kalmış tüm değerlerin de sonuna bir başlangıç teşkil edecek bir savaştır.
Bu tür vahim kanlı savaşlarla, tek boyutlu bir milliyetçiliğin karanlık sultası altındaki devletle bu mozaik yurdu yönetmenin mümkün olabileceğini sanmak yanılgıdan ibarettir. Kürtlerin ulusal hak taleplerine, kimlik hakları arayışına bu ölçüde bir askeri saldırıyla karşılık vermek, belki kimilerini kimi zaman için korkutabilir ama onlarca Kürt isyanının da dile getirdiği gibi, bir sonraki isyanın tetiklenmesinden başka bir işe yaramaz. Bu demektir ki, Kürt ulusu uygun siyasal haklarını elde edene kadar direnmesini sürdürecek ve gerekli oldukça yeni kuşaklarını hak arayışı için ileri sürecektir. Kürt halkı, hak arayışında bunu dosta da, düşmana da yeterince göstermiştir.
Kürt halkı tüm halklar gibi bir gerçektir. Ne bir aydın fantezisi ne de bir dış kışkırtma yaratısıdır. Yaşadığı coğrafyanın gerçek yerlisi olan bir ulusun halkıdır. Bu toprakları yaşama ilk kez açan ve böylece bu toprakları anavatana çevirendir. Anadiliyle bu toprakları işleyen ve anavatan haline getirirken uluslaşma etkinliklerini ve dinamiklerini geliştirerek, tarihin her türden cefasına direnerek bu güne gelmiş bir ulustur. Bu ulusun kendi toprağında, kendi anavatanında onu yenilgiye uğratıp tarihten silme gibi bir girişimin başarı şansı asla olamayacaktır. Kürt ulusu, kendi anavatanı olan topraklarda var oldukça da kendi kaderini tayin etme hakkını kullanma gibi çok doğal olan demokratik tercihini er ya da geç yapacaktır. Bunu yeryüzünün tüm silahlı kuvvetlerini toplasalar da engellemenin imkanı yoktur.
Tarihinin son 300 yılını, ardı ardına gelen stratejik yenilgilerle kapatan Osmanlı ordusu ve onun devamı olan Türk ordusunun Kıbrıs gibi bir milis gücün karşısında tökezleyen, iki kez çıkartma yapmaya mahkum olan, son on yıllarda Kürt halkının ayağa kalkışı karşısında acze düşen haliyle, salt askeri anlamda da bir başarı kazama durumunda değildir. Tarihte savaşların sonucunu belirleyen, soyut aritmetiksel hesaplar olmadığı açıktır. Savaşın sonucunu temelde belirleyen, kimin ne kadar silahı olup olmadığı, kaç kişiyle savaşıp savaşmadığı değil, tarih bilinciyle, coğrafyadaki konumu ve kültürel dokusunun ülküleriyle, bir amaç ve hedef için birleşmiş olup olmamanın yoğunluklarıyla ölçülecek değerler sonucu, uzun erimde savaşların kaderi belirlenir. Bunun için dünyanın en güçlü silahlı kuvvetleri, galip gelmiş gibi görünse de mağlup olmaktan kurtulamaz. Vietnam ve şimdi Irak bunun için iyi bir örnektir. Hele savaş, bir ulusu kendi toprağında bir başka ulusun ordusuyla yok etmek istiyorsa, bunun için yeryüzünün tüm silahları yeterli olamaz.
Bu kıstaslar ışığı altında, Türk ordusunun medyatik yaygaralarla yürüttüğü savaşı kazanabilmesinin olanağı yoktur. Üstelik bu ordunun tepkisi anavatanı savunma refleksi bile değildir tersine, Kürdün anavatanını işgale dönüktür. Ve gerçekte bu savaş, süre giden bir siyasal baskı sistemini koruma amacı taşımaktadır.
Bu savaşı yürütenler, egemenliklerini sürdürdükleri topraklarda yaşayan tüm renklerin, etnik dokuların, farklı kültürlerin ve halkların ortak temsilcisi olmaktan uzaktır. Tersine bu topraklarda yaşayan ve vergileriyle var oldukları halklara karşı acımasız bir savaş içindedirler. Bu savaşın ortak bir ülkü etrafında sürmediği de açıktır. Öne sürülen hiçbir gerekçede bu topraklarda yaşayan çoğunluğu temsil etmemektedir. Ordu bu yanıyla ülküsüz bir ordudur. Vehim üzerine kurulu bir ordu ülküsüyle hiçbir savaşın haklı nedeni olamaz. Bu savaş halkların çıkarlarına ve iradelerine rağmen tırmandırılarak bölücülüğü ikame etmektedir. Çirkin bir milliyetçi tek boyutlu savaştır.
Bu savaşı sürdürme maceracılığına girişen siyasal iktidar dini araç kullanarak geldiği bu yerde, laikliği din diye dayatanlarla ciddi çelişkileri olduğu yanılgısı hakimdi. Oysa ırkçı-ilkel milliyetçi-ulusalcı reflekslerle dış güçlerden icazet ve destekle ortak ülkemizin vatandaşlarına sınır ötesi operasyon düzenleyecek kadar birlik içinde oldukları görülmektedir. Halkı aldatmaya yönelik çekişmeleri, tek boyutlu çıkarları için ayrı varlıkları boğazlamaktan, kanlı kıyımlarla katletmekten bir an olsun çekinmemekte, omuz omuza oldukları görülmektedir. AKP- Ordu ve ABD şeytan üçgeninde yalnızca kan ve gözyaşı ikame edilmektedir. Bu serüvende Türk halkının hiçbir çıkarı yoktur. Ülkemizin ortak yüksek çıkarlarının da hiçbir çıkarı bulunmamaktadır.
Türk halkını tutsak alan, krizlerini yönetme yerine krizlerince yönetilen şaşkın ve kimliksiz bir ulus olmasına yol açan bu savaşta tarihsel düşmanlıklar, komşu gazapları ve laneti dışında bir şey kazanılamayacaktır. Bu açıdan bu tür kirli savaşlara bulaşmamak için, Türk halkının önemle yapması gereken tarihsel görevler vardır. Bu ilkel akılların sultasından kurtulmak ve gelecek kuşaklarına barış içinde güvenle yaşayacakları bir siyasal toplumsal sistemi miras bırakmak için, ülkemizin ve bölgemizin halklarıyla barış projelerine destek verilmesi gereklidir. Savaşa son vermek için tarihsel Osmanlı aklı siyasetine karşı radikal önlemler almalıdır. Buna tüm Anadolu halkları, aydınları, insanlık adına etkin şekilde direnerek omuz vermesi gerekmektedir. Dış güçlerin icazeti ve desteğiyle kirli bir savaşa girişen bu ülküsüz ordunun karşısında, canları pahasına direnen Kürt gerillası, hepimiz adına direndiği, gelecek kuşaklarımızın barışı için bir hak mücadelesi verdiği de unutulmamalıdır.
Bu satırlardan çağrım;
Savaşa emirlerle sürülen genç askerler, katil olmamak için, bir biçimde adam öldürmeme tutumu içinde olmalıdırlar. Cepheye sürülmüş olsalar da, aynı toprakların gençleriyle yüz yüze geldiklerinde de birbirlerini katletmemelidir. Bunda kararlı davranmayı bilmelidirler. Emir komutaya direnmenin cezası, hiçbir zaman kardeş ve katil olmanın vicdani sorumluluğundan büyük olmadığını bilmeliler
Anadolu’nun tüm halklarına çağrımız, bu kirli ve haksız savaşta evlatlarımızın katledilmesini durdurmak için, barışı ikame etmek için iktidarlara ve ordularına yeter artık demeliyiz. Durdurun bu kirli savaşı demeli, onlara bir biçimde verilmiş onayların çekildiğini ifade edecek eylemlere girişilmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder