Sınırları insan erdemleriyle belirlenmiş, ne sınıfsal ne de etnik nedenlere mahkum olmamış doğrularımızla özgürlük ve demokrasi mücadelesini sürdüreceğiz...

BURADAYIZ İŞTE...

OKURLARIMIN DİKKATİNE. BLOGUMDA TEKNİK BİR ARIZA YA DA BİR SALDIRI GERÇEKLEŞMİŞTİ.. ŞİMDİ HER ŞEY YOLUNDA...EMEKLERİMİZ BURADA... SAĞLICAKLA KALINIZ...

PARALEL BİR BLOG DA DEVAM EDİYOR...

Yeni blogun adresi: http://mirural.blogspot.com/

ŞU AN İZLEMEKTE OLDUĞUNUZ BLOG ADRESİ İLE YENİ BLOG ADRESİ BİRBİRİNE ÇOK YAKINDIR. İLGİNİZE TEŞEKKÜRLER.

MİHRAC URAL

...

...

...

...

TÜRK MODERNLEŞMESİ JAKOBENİZM VE BONAPARTİZM

Yener Orkunoğlu

Türkiye'de modernleşme hareketinin tarihini ve modernleşmenin toplum üzerinde yarattığı etkileri incelemek ve aynı zamanda modernleşme konusunda liberal entelektüellerin yarattığı yanılsamaları açığa çıkarmak zorundayız.
Liberal entelektüellerin çarpıttığı bir konu var. Siyasal İslam'ın yörüngesine girmiş bir çok entelektüel, Türkiye'deki Kemalistleri Jakoben olmakla suçlarlar. Yani Jakobenizm, darbeci ve anti-demokrat olmakla özdeşleştirilir. Böylesi bir değerlendirme, Jakobenizmin çarpıtılmasıdır. Kemalizm'i, Jakobenizm olarak değerlendirmek, Jakobenizme karşı bir haksızlıktır. Çünkü Jakobenizm, Fransız Devrimi döneminde küçük burjuvazinin (baldırı çıplakların) radikal bir devrimci hareketi olarak doğdu. Fransız Devrim hareketinin sol kanadını oluşturur.
((Devamı orta sol sutunda))

..

..

Mihrac Ural

Mihrac Ural

Yeniden felsefe okumak


Cumhuriyetin Doğuya sırtını dönmesinin mahkumu idik. Alfabe kırılmasının sonucu da, okuma adına nemiz var nemiz yok, arşivlerin küfüne terk edildi. Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle zaten olmayan okumalara, sıçramalardan oluşan, dengesiz ve sonuçta eksiklikten kaynaklanan bir topallamaya düştük. Bu da, ülkemiz felsefe bilincinin derinlik ve bütünlüğünü oluşturacak zincir halkalarının kopuk olmasını getirmiştir.
Yunan felsefesi akılcılığının Aristo’yla temsil edilen sunumunu, İslami bir yorum ve ilerleyişle ele alan Farabi’de ifadesini bulan akılcılığa karşı, “ Tahafüt el Felasife” diyerek, dünya ve ahiret işinde akıla yer bırakmayan Gazali’nin, bu güne kadar süren tutuculuğundan yana saf belirlemiştir. Gazalinin, “filozoflar”ın aklın hareketinden yana dünyevi olayları yorumlayan yaklaşımlarına karşı yaptığı eleştirilere, aklın bir militanı İbni Rüşt’ün ünlü cevabı olan “Tahafüt el Tahafüt” ü tanımazlıktan gelmiştir. Böylece sağ, Yunan ve batı felsefe okumaları eksiğiyle iki ayağı topal hale gelmiştir. Dayandığı felsefi okumaların karşıtlarını da bilmemekle, sığ kalmıştır.((Devamı sol ana sutunda))

****

****

24 Nisan soykırımı hepimizi katletmişti...

Mihrac Ural

Osmanlının yürüttüğü son katliam olan Ermeni jenosidi –soykırımı- hepimizi katletmişti. Tam 93 yıldır sürmekte olan zorunlu sürgün ile insanlık sucunda İttihat –Terakki’nin ‘SOYKIRIM’ imzası vardır.

Ermeniler, kendi uygarlık katkılarıyla Anadolu’ya renk katan, bölgemizin en eski uluslarından olup, ”katli vaciptir” denilerek yurtları yakılmış, eski çağların bile tanık olmadığı bir vahşetle toptan sürgüne mecbur edilerek, 1,5 milyon insanı katledilmiştir; sürgünde ayakları telef olan uygar insanlar, Aziz Paşa’dan ayakkabı talep edince, “Rahat yürüsünler diye bunlara ayakkabı giydirin” diyerek verdiği emirle, “ayaklarına at nalı çakılmıştır”. Aç çocuklara, yüksekten sarkıtılmış ipe bağlı ekmekle, tavşan kaç tazı tut oyunu oynayarak işkence yapan, “su içerken yılan bile dokunmaz” erdemini ayaklar altına alarak, susuzluktan yerdeki su birikintisine yüzü koyun uzanıp su içen insanları topluca kurşuna dizen bir vahşet yaşanmıştır.

Dünya kamuoyunca tüm çirkefliğiyle bilinen bu katliamın Osmanlı sorumluluğunda olmasına karşın, TC. dahi bu kirli mirası reddetmeye yanaşmamış, Osmanlıyı savunmuştur; Maktulleri, katil ilan ederek saldırıya geçmiştir. Gerçekler sürekli inkar edilerek, yadsımaya dayalı bir düşünce sistematiği kurulmuştur.

“Resmi tarih” diye ünlenen tezler, inkarların tarihi olarak topluma dayatılmıştır.**19. yy sonlarından başlayarak, Katolik ve Gregoryan (Ortodoks) diyerek birbirlerine kırdırılan, tenkil ve sürgünlerle, mal mülklerine el konularak baskı altında tutulan Ermenilere yönelik soy kırımı, I Dünya savaşının, malum bol bahaneleri altında girişilmiştir (24 Nisan 1915).

Savaş sırasında, önce Ermeni gençlerinin Askere alınarak silahsız bırakılması ve ardından toplu tasfiyelerin yapılması, geride kalan Ermeni halkının Tenkil ve sürgünlerine geçilmesi. Bu konuda talimatların dakik bir biçimde, en yetkili resmi merciler tarafından istenip, izlenmesi. O dönemin Sadrazamı (Başbakanı) Talat Paşa’nın, başından itibaren olayları, dikkatlice takibi, emirler vermesi, istatistik tutması (iskan edecekleri yerde dahi nüfusa göre oranlarının %5 geçmeyecek düzeyde tutulmaları talimatları da dahil) ve bunun en ince ayrıntısına kadar yazılı özel notlarla tescili, Ermenilere reva görülen her şeyin, planlı bir tarzda icra edildiğini göstermeye yeterlidir (Ermeni tehciriyle ilgili Talat Paşa’nın tutanakları için bkz. Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi, 24 Nisan 2006’dan itibaren yayınlanan dizi) Bu, Ermenilere ilişkin, adına ne konulursa konulsun, yapılacak olanların önceden planlanmış eylemler olduğunu gösterir.

Bundan sonra, sonuçlara bakılarak, yapılanlara verilecek ad, tanımlamaya geçilir.*Böylesine planlı ve en ince ayrıntısına kadar takip edilmiş ve bir etnik topluluğa yönelen, sonuçta en iyimser tahminlerle, el yazması tutanaklardaki rakamlarla bir milyon (1000 000) üzerinde Ermenin ölümüne yol açan, kimi şehirlerde nüfusu yüz binlerden sıfıra indiren, çoluk çocuk on binlerce canın etnik yapısını değiştirmek için farklı etnik toplumlara dağıtan, topraklara el koyan, binalarını yıkan, her türden maddi ve canlı servetine el koyup katleden girişimlere, soy kırımından başka bir ad verilemeyeceği görülür.

Bu bir soykırımdır. (..)Osmanlıdan, cumhuriyete süre gelen bu aklın, daha uzun süre yürürlükte olma tehlikesi tüm çıplaklığıyla kendini göstermektedir. Tarihimizle cesurca yüzleşmeden bu aklı toplumsal işlevlerimizden ve geleceğe ilişkin yaşam planlarımızdan söküp atmak güç gibi duruyor.
((*)Ermeni jenosidi ve Kürtleri inkarı –Mihrac Ural)

**
Sıranın kendisine gelmeyeceğini sananların dikkatine, bu vatanın birimize değil, hepimize ait olduğunu bir kez daha, bin kez daha yeniden birbirimize kanıtlamakla yükümlü olduğunuzu artık anlamak zorundasınız.

Bilmelisiniz ki, farklılıkları içselleştirmek, onlarla barış içinde yaşamayı fiilen gösterip, haklarını anayasal ve kurumsal güvencelerle kökleştirmek ertelenmez bir görev haline gelmiştir, bu yapılmadıkça bu vatanın hepimize ait olduğuna kimseyi inandıramazsınız.

Mümkünü, imkansız hale getirmeye devam ederseniz, sizi biz farklılar, ayrı varlıklar bile kurtaramaz. Bunun vebali, Hrant Dink’in katline yol açan akıl sistematiğinin kıyımına tek tek ve topluca maruz kalmaktır bilesiniz.
((*)Hrant Dink'in Katli ve Tarihi Gerçekler –Mihrac Ural)


Murat Altunöz’ün Beklenen Kitabı Kırılgan Zamanlar Çıktı…

2002 Ocak ayında başladığımız yolculuğumuza 7 yıldır devam ediyoruz. Karalama Dergisi, ülkenin koşullarına göre bazen inişler ve çıkışlar yaşamamıza rağmen her geçen gün dergimizle daha da büyüyoruz.

Karalama Dergisi olarak;
Şair Nevruz Uğur ve Halil İbrahim Yıldız’ın kitaplarından sonra Karalama’nın Kurucusu ve halen Editörü olan Murat Altunöz’ün Kırılgan Zamanlar adlı kitabını yayımladık.
Geçmiş zamanların, kırılmış, yalnız ve hüzünlü dizelerinde bulduk kendimizi,
Her dize de bir direniş, bir sürgün, bir ayrılık ve özlem var.
((Devamı sol alt sutünda))

...

...

Yerel Çeteleşmenin Boyutu...

Murat Altunöz /Gazeteci

Çeteleşme yıllar sonra Ergenekon operasyonuyla tekrar gündeme geldi. Eskiden bildiğimiz mafya sistemi çökmüş artık daha organize ve daha profesyonel bir hal alan almıştır.Bazı yazarlar, Emekli Polisler ve Emekli askerlerinde içinde bulunduğu yeni bir yapı ortaya çıktı.Aslında bu tür çeteleşmeler yıllardır hep ülkemizde vardır. Ama bu hafta benim bahsetmek istediğim yerel çetelerdir. malesef son yıllarda ciddi anlamda yerel çeteleşme ve Organize suçlarda bir çoğalma vardır. Zaten Hatay il Emniyet Müdürü Osman Çapalı'da bu konuya dikkat çekerek " Bireysel suçlar artık organize suçlara kaymıştır" demiştir.
((Devamı sol ana sutunda))


İNTERAKSİYON

Faiz Cebiroğlu
Her gelişim, karşılıklıdır. Her ileriye yönelik değişim, bir interaksiyondur. İnteraksiyon, karşılıklı etkileşim oluyor. İnsanlar, başkalarıyla birlikte yer alarak, başkalarıyla birlikte öğrenerek sosyal yönlerini geliştiriyorlar. Sosyal yönünü geliştiren insan, aldığı öğreti ve deneyimlerle bireysel yönünü ”işleyerek” yapılandırıyor. Yapılanma, ”özbilinç” ve ”özgüven” ile nitelik bir hal alıyor.

İnteraksiyon ya da karşılıklı etki, yaşadığımız toplumda, değişik yer ve ortamlarda farklı farklı oluyor. Dille başlayan diyaloğa; insanların bulunduğu yaşam tarzları, çalışma biçimleri ve kısacası sahip oldukları sınıfsal konumları da ekleniyor. Sosyal sınıf, gelişimde ”ana halka” oluyor. Sosyal sınıf, ileriye yönelik değişimin ”can alıcı noktasını” oluşturuyor.

(Devamı orta ana sütunda )
http://mirural.blogspot.com/

...

...

Yabancılaşmanın Dinamiği


Mihrac Ural

Yabancılaşma, insanlık ailesini birbirine yakınlaştıran, farklarını hızla öteleyen özel mülkiyeti ve olumsuz sonuçlarını bile köşeye sıkıştırma işlevi gören sonuçlarıyla, olumsuz değil çok olumlu bir role sahiptir. Tarihsel süreciyle derinleşip geliştikçe gerçekleşen yabancılaşma, insana çok daha cüretkâr olma, çok daha özgürce beyin labirentlerinde kurguladığı fantezileri yaşama ve bunu yaparken de dar anlamda aile, mahalle gibi klancı darlığın etkiler altında kalmayıp, geniş anlamda da ulusal sınırları aşıp belki başlangıcı sanal âlemin nimetleriyle, bilgi çağının iletişim olanaklarıyla bu tutku ve arzularının doruklarını zorlama şansını elde etmektedir.Yabancılaşma olmasaydı, emeğin sosyal etkilerinden bahsetmemiz mümkün olamazdı. Emek ne kadar sahibinden uzaklaşır, ne kadar sahibine belirgin olmaktan çıkarsa, o kadar evrensel ölçeklerde hizmet sunmaya başlamış demektir. Ve bir o kadar kültürel farklılıklarını hesaba katmadan ( renk, ırk, ulus, coğrafya, bölge farkı tanımadan) insan türüne ait hale gelmiş demektir.
((Devamı orta ana sol sütunda: ))
http://mirural.blogspot.com/

..

..

MİLLİ MARŞLAR

Ayşe Hür
1955'te İsveç'ten bir kız jimnastik ekibi İstanbul'a gelir. Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptıkları gösteriyi piyano eşliğinde söyledikleri bir şarkıyla bitirirler. Şarkı ‘Tre Trallade Jantor’dur. O sırada salondaki bütün izleyiciler ayağa kalkar ve ‘Dağ başını duman almış/Gümüş dere durmaz akaarrrrr….’diye İsveçli sporculara eşlik eder. Durumu bilmeyen İsveç medyası olayı "centilmen Türk seyircisinden jest" olarak yorumlar. Nereden bilsinler, tam 40 yıl önce şirin şarkılarını millileştirdiğimizi…
“Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur/Katibimin setresi uzun eteği çamur… diye başlayan ünlü türkünün bestesi 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda kalan ‘eteklikli’ İskoç Alayı’na moral vermek için yazılmış ‘Donsuz askerler…’ diye başlayan bir asker şarkısıdır. II. Mahmut döneminde (1808-1826) modernleşme çabaları sırasında askerlere giydirilen setre ve pantolon mutaassıp çevreler tarafından ‘sokağa donla çıkmakla’ eşdeğer görülmüş, özellikle de ‘gavur mukallitliği’ denilen bu modernleşme hareketine çabuk uyum gösteren eli yüzü katipler halkın diline düşmüştür. Bir İstanbul külhanbeyi, bu katiplerle alay etmek için, Üsküdar yolu üzerinde olan Selimiye Kışlası’nda kalan İskoç askerleri için yazılan marşın müziğine Türkçe sözler yazar ve ünlü Katibim türküsü ortaya çıkar.
1974 Kıbrıs ‘Barış Harekatı'ndan sonra bir Yahudi şarkısına Türkçe sözler yazılmış ve ortaya Ayten Alpman’ın ünlü Memleketim şarkısı çıkmıştır. 1980 darbesinden sonra solcu mahkumları ‘millileştirmek’ için marş niyetine binlerce kez çalındığı için bu gün pek çok eski mahkum, bu şarkının adını duyduğunda bile ciddi bir gerginlik yaşar. On binlerce Fenerbahçelinin coşkuyla söyledikleri Yaşa Fenerbahçe Marşı, Franko dönemine ait faşist güfteli Viva L'Espanya (Yaşa İspanya) adlı İspanyol marşıdır ve bugün İspanya’da pek çok kişi bu marşı duymaya tahammül edemez. Ülkücülerin söylerken gözlerini yaşartan “Çırpınırdı Karadeniz/Bakıp Türkün Bayrağına” türküsü 18.yüzyılda yaşamış Sayat Nova adlı Ermeni sanatçının Kamança adlı şarkısının Türkçesi’dir.

((devamı sol büyük sütunda))

25 Şubat 2008 Pazartesi

ORTAK ÜLKEMİZİN VATANDAŞLARINA KARŞI SÜRDÜRÜLEN BU ZALİM ve AHLAKSIZ SAVAŞA KARŞI DURALIM BARIŞI SAVUNALIM


Mihrac Ural
24 Şubat 2008


Bir ülkenin silahlı kuvvetleri, kendi vatandaşlarına karşı sınır ötesi operasyon yapacak kadar çılgınlaşmışsa, bu siyasal egemenlik altında ortak bir yaşam imkanı kalmamış demektir. Orduların ülküleriyle ilişkisinde kırılmaların olduğu yer de burasıdır. Bir ülkenin, bir devletin ordusu vatandaşlarını kapsayan ortak bir idealin ülküsünü taşımaktan uzaklaşmış ve tek boyutlu hale gelerek, farklılıkları, ayrı varlıkları dışlar konuma düşmüş ise, orada ortak bir yaşam için yeterli bir ortak payda kalmamış demektir. Ortak yaşama dair ciddi sorunlar var demektir.
Bu anlamda savaşla kazanılacak hiç bir şey olmayacaktır. Sadece tarihsel düşmanlıklar inşa edilecektir. Bu yüzden, bu savaşı, bu ordu kaybetmeye mahkumdur. Kürt ulusu ise kendi topraklarında, anavatanında bu savaşı er ya da geç kazanacaktır. Yeryüzünün tüm kuvvetlerini toplasalar da, anavatanına bağlı, toprağında kökleşmiş ve ulusal kültürel dokusunun dinamiklerine yaslanarak hak talebinde bulunan bir ulusun siyasal tercihini yok etmek mümkün olmayacaktır.


Türk Ordusunun çabası beyhude bir çabadır. Bu kaçıncı saldırı, bu kaçıncı "bitirdik" yalanı; tekrar eden bu yalan dizisine yeni bir halka daha ekleniyor. Bu beyhude çabalar geçlerimizin ölümü, halklarımızın kıyım ve yıkımı üzerine inşa ediliyor. Bunun hesabını bu çılgınlar ağır bir fatura olarak ödemekten kaçamayacaklardır. Tarihte bu maceracılığın bilançosu, Osmanlının sonunda ayan beyan olmuştur. Tarihinden ders alamayanlar gelecek için hiç bir önermeye sahip olamazlar. Önermeleri olmayanların başvurdukları askeri zorla ise varacakları tek bir yer vardır, o da kaostur.


Sürdürülmek istenen bu haksız savaşın, havadan ve karadan bir toplu imha savaşına dönüşmüş olmasının başka bir anlamı kalmamıştır. Bu savaş haklı bir savaş değildir. Demokratik haklarını isteyen Kürt ulusunun kendini siyasal olarak ifade etmesinin her türüne karşı yöneltilmiş bir savaştır. Bu savaş sadece Kuzey Kürdistan Kürtlerine karşı da değil, Irak Kürdistan’ın da gelişmekte olan siyasal var oluşun her türden ifadesine de bir düşmanlık mesajı olarak gündemdedir.


Böylesine çok yönlü bir saldırının ABD’den bağımsız olması düşünülemez. Türk ordusunun kendi vatandaşına karşı bu ölçekte dış güçten, bir sabıkalı insanlık katili emperyalist çıkar gücünden icazet alarak yürümesi, öncelikle ne ölçüde güçsüz ve zaaflar içinde olduğuna bir işarettir. Ayrıca bu savaş, hükmü altında yaşayan halklara karşı duyduğu güvensizliğin de bir ölçüsüdür; onları yok etmek istemesi gibi canice bir duygu, kaygının ve korkunun ifadesidir. Bu ortamda savaştan bir sonuç beklemesi de boşunadır.


Ekonomik olarak da bu savaşın altından kalkamazlar. Yüz milyarları çoktan aşmış, faizleriyle bir o kadar yükler altında olan bir ekonominin kaynaklarını halkına rağmen ve halka karşı bir macerada tüketmenin ağır bilançosu güçlü ekonomileri bile çökertir. Ancak kendi vatandaşına beslenen ahlaksız nefretin yoluna bu harcamaları yapma kararında olanlar, ellerinde kalan son kozları da kaybetmeye mahkum olacaklardır. On yıllardır kazanamayanların son şansları da, önceki kumarın sonucundan başka bir şey olmayacaktır. Abesle iştigal tas tamam buna denir.
Bu savaş bir tür sonun başlangıcıdır. Bu savaş haklı demokratik taleplere, ayrı varlık olarak kendi siyasal tecelli arayışında olan Kürtlere, bölge çapında bir saldırıdır. Saldırının hedefi başarısızlığa mahkumiyetin de ifadesidir. Çünkü bu savaş topraklarında kökleşmiş yaşamıyla, tarihin zulmüne direnmiş kültürleriyle dik durmaya devam eden bir halkı yok etme gibi beyhude bir amaç taşımaktadır. Bu amaçla yürüyen savaşın, ne kadar güçlü olursa olsun, silahla, kurşunla, top, tüfek, bombayla kazanacağı bir şey olamaz. Bu savaşın mantığı, hedefi, çabası ve elde etmek istediği sonuçlarıyla birlikte, ayrıca bölücü bir savaştır. Ayrımcı olduğu kadar da soykırımcı eğilimler taşıyan bir savaştır. Bu yüzden geride kalmış tüm değerlerin de sonuna bir başlangıç teşkil edecek bir savaştır.


Bu tür vahim kanlı savaşlarla, tek boyutlu bir milliyetçiliğin karanlık sultası altındaki devletle bu mozaik yurdu yönetmenin mümkün olabileceğini sanmak yanılgıdan ibarettir. Kürtlerin ulusal hak taleplerine, kimlik hakları arayışına bu ölçüde bir askeri saldırıyla karşılık vermek, belki kimilerini kimi zaman için korkutabilir ama onlarca Kürt isyanının da dile getirdiği gibi, bir sonraki isyanın tetiklenmesinden başka bir işe yaramaz. Bu demektir ki, Kürt ulusu uygun siyasal haklarını elde edene kadar direnmesini sürdürecek ve gerekli oldukça yeni kuşaklarını hak arayışı için ileri sürecektir. Kürt halkı, hak arayışında bunu dosta da, düşmana da yeterince göstermiştir.


Kürt halkı tüm halklar gibi bir gerçektir. Ne bir aydın fantezisi ne de bir dış kışkırtma yaratısıdır. Yaşadığı coğrafyanın gerçek yerlisi olan bir ulusun halkıdır. Bu toprakları yaşama ilk kez açan ve böylece bu toprakları anavatana çevirendir. Anadiliyle bu toprakları işleyen ve anavatan haline getirirken uluslaşma etkinliklerini ve dinamiklerini geliştirerek, tarihin her türden cefasına direnerek bu güne gelmiş bir ulustur. Bu ulusun kendi toprağında, kendi anavatanında onu yenilgiye uğratıp tarihten silme gibi bir girişimin başarı şansı asla olamayacaktır. Kürt ulusu, kendi anavatanı olan topraklarda var oldukça da kendi kaderini tayin etme hakkını kullanma gibi çok doğal olan demokratik tercihini er ya da geç yapacaktır. Bunu yeryüzünün tüm silahlı kuvvetlerini toplasalar da engellemenin imkanı yoktur.


Tarihinin son 300 yılını, ardı ardına gelen stratejik yenilgilerle kapatan Osmanlı ordusu ve onun devamı olan Türk ordusunun Kıbrıs gibi bir milis gücün karşısında tökezleyen, iki kez çıkartma yapmaya mahkum olan, son on yıllarda Kürt halkının ayağa kalkışı karşısında acze düşen haliyle, salt askeri anlamda da bir başarı kazama durumunda değildir. Tarihte savaşların sonucunu belirleyen, soyut aritmetiksel hesaplar olmadığı açıktır. Savaşın sonucunu temelde belirleyen, kimin ne kadar silahı olup olmadığı, kaç kişiyle savaşıp savaşmadığı değil, tarih bilinciyle, coğrafyadaki konumu ve kültürel dokusunun ülküleriyle, bir amaç ve hedef için birleşmiş olup olmamanın yoğunluklarıyla ölçülecek değerler sonucu, uzun erimde savaşların kaderi belirlenir. Bunun için dünyanın en güçlü silahlı kuvvetleri, galip gelmiş gibi görünse de mağlup olmaktan kurtulamaz. Vietnam ve şimdi Irak bunun için iyi bir örnektir. Hele savaş, bir ulusu kendi toprağında bir başka ulusun ordusuyla yok etmek istiyorsa, bunun için yeryüzünün tüm silahları yeterli olamaz.

Bu kıstaslar ışığı altında, Türk ordusunun medyatik yaygaralarla yürüttüğü savaşı kazanabilmesinin olanağı yoktur. Üstelik bu ordunun tepkisi anavatanı savunma refleksi bile değildir tersine, Kürdün anavatanını işgale dönüktür. Ve gerçekte bu savaş, süre giden bir siyasal baskı sistemini koruma amacı taşımaktadır.


Bu savaşı yürütenler, egemenliklerini sürdürdükleri topraklarda yaşayan tüm renklerin, etnik dokuların, farklı kültürlerin ve halkların ortak temsilcisi olmaktan uzaktır. Tersine bu topraklarda yaşayan ve vergileriyle var oldukları halklara karşı acımasız bir savaş içindedirler. Bu savaşın ortak bir ülkü etrafında sürmediği de açıktır. Öne sürülen hiçbir gerekçede bu topraklarda yaşayan çoğunluğu temsil etmemektedir. Ordu bu yanıyla ülküsüz bir ordudur. Vehim üzerine kurulu bir ordu ülküsüyle hiçbir savaşın haklı nedeni olamaz. Bu savaş halkların çıkarlarına ve iradelerine rağmen tırmandırılarak bölücülüğü ikame etmektedir. Çirkin bir milliyetçi tek boyutlu savaştır.


Bu savaşı sürdürme maceracılığına girişen siyasal iktidar dini araç kullanarak geldiği bu yerde, laikliği din diye dayatanlarla ciddi çelişkileri olduğu yanılgısı hakimdi. Oysa ırkçı-ilkel milliyetçi-ulusalcı reflekslerle dış güçlerden icazet ve destekle ortak ülkemizin vatandaşlarına sınır ötesi operasyon düzenleyecek kadar birlik içinde oldukları görülmektedir. Halkı aldatmaya yönelik çekişmeleri, tek boyutlu çıkarları için ayrı varlıkları boğazlamaktan, kanlı kıyımlarla katletmekten bir an olsun çekinmemekte, omuz omuza oldukları görülmektedir. AKP- Ordu ve ABD şeytan üçgeninde yalnızca kan ve gözyaşı ikame edilmektedir. Bu serüvende Türk halkının hiçbir çıkarı yoktur. Ülkemizin ortak yüksek çıkarlarının da hiçbir çıkarı bulunmamaktadır.

Türk halkını tutsak alan, krizlerini yönetme yerine krizlerince yönetilen şaşkın ve kimliksiz bir ulus olmasına yol açan bu savaşta tarihsel düşmanlıklar, komşu gazapları ve laneti dışında bir şey kazanılamayacaktır. Bu açıdan bu tür kirli savaşlara bulaşmamak için, Türk halkının önemle yapması gereken tarihsel görevler vardır. Bu ilkel akılların sultasından kurtulmak ve gelecek kuşaklarına barış içinde güvenle yaşayacakları bir siyasal toplumsal sistemi miras bırakmak için, ülkemizin ve bölgemizin halklarıyla barış projelerine destek verilmesi gereklidir. Savaşa son vermek için tarihsel Osmanlı aklı siyasetine karşı radikal önlemler almalıdır. Buna tüm Anadolu halkları, aydınları, insanlık adına etkin şekilde direnerek omuz vermesi gerekmektedir. Dış güçlerin icazeti ve desteğiyle kirli bir savaşa girişen bu ülküsüz ordunun karşısında, canları pahasına direnen Kürt gerillası, hepimiz adına direndiği, gelecek kuşaklarımızın barışı için bir hak mücadelesi verdiği de unutulmamalıdır.


Bu satırlardan çağrım;


Savaşa emirlerle sürülen genç askerler, katil olmamak için, bir biçimde adam öldürmeme tutumu içinde olmalıdırlar. Cepheye sürülmüş olsalar da, aynı toprakların gençleriyle yüz yüze geldiklerinde de birbirlerini katletmemelidir. Bunda kararlı davranmayı bilmelidirler. Emir komutaya direnmenin cezası, hiçbir zaman kardeş ve katil olmanın vicdani sorumluluğundan büyük olmadığını bilmeliler


Anadolu’nun tüm halklarına çağrımız, bu kirli ve haksız savaşta evlatlarımızın katledilmesini durdurmak için, barışı ikame etmek için iktidarlara ve ordularına yeter artık demeliyiz. Durdurun bu kirli savaşı demeli, onlara bir biçimde verilmiş onayların çekildiğini ifade edecek eylemlere girişilmelidir.

Hiç yorum yok: