Sınırları insan erdemleriyle belirlenmiş, ne sınıfsal ne de etnik nedenlere mahkum olmamış doğrularımızla özgürlük ve demokrasi mücadelesini sürdüreceğiz...

BURADAYIZ İŞTE...

OKURLARIMIN DİKKATİNE. BLOGUMDA TEKNİK BİR ARIZA YA DA BİR SALDIRI GERÇEKLEŞMİŞTİ.. ŞİMDİ HER ŞEY YOLUNDA...EMEKLERİMİZ BURADA... SAĞLICAKLA KALINIZ...

PARALEL BİR BLOG DA DEVAM EDİYOR...

Yeni blogun adresi: http://mirural.blogspot.com/

ŞU AN İZLEMEKTE OLDUĞUNUZ BLOG ADRESİ İLE YENİ BLOG ADRESİ BİRBİRİNE ÇOK YAKINDIR. İLGİNİZE TEŞEKKÜRLER.

MİHRAC URAL

...

...

...

...

TÜRK MODERNLEŞMESİ JAKOBENİZM VE BONAPARTİZM

Yener Orkunoğlu

Türkiye'de modernleşme hareketinin tarihini ve modernleşmenin toplum üzerinde yarattığı etkileri incelemek ve aynı zamanda modernleşme konusunda liberal entelektüellerin yarattığı yanılsamaları açığa çıkarmak zorundayız.
Liberal entelektüellerin çarpıttığı bir konu var. Siyasal İslam'ın yörüngesine girmiş bir çok entelektüel, Türkiye'deki Kemalistleri Jakoben olmakla suçlarlar. Yani Jakobenizm, darbeci ve anti-demokrat olmakla özdeşleştirilir. Böylesi bir değerlendirme, Jakobenizmin çarpıtılmasıdır. Kemalizm'i, Jakobenizm olarak değerlendirmek, Jakobenizme karşı bir haksızlıktır. Çünkü Jakobenizm, Fransız Devrimi döneminde küçük burjuvazinin (baldırı çıplakların) radikal bir devrimci hareketi olarak doğdu. Fransız Devrim hareketinin sol kanadını oluşturur.
((Devamı orta sol sutunda))

..

..

Mihrac Ural

Mihrac Ural

Yeniden felsefe okumak


Cumhuriyetin Doğuya sırtını dönmesinin mahkumu idik. Alfabe kırılmasının sonucu da, okuma adına nemiz var nemiz yok, arşivlerin küfüne terk edildi. Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle zaten olmayan okumalara, sıçramalardan oluşan, dengesiz ve sonuçta eksiklikten kaynaklanan bir topallamaya düştük. Bu da, ülkemiz felsefe bilincinin derinlik ve bütünlüğünü oluşturacak zincir halkalarının kopuk olmasını getirmiştir.
Yunan felsefesi akılcılığının Aristo’yla temsil edilen sunumunu, İslami bir yorum ve ilerleyişle ele alan Farabi’de ifadesini bulan akılcılığa karşı, “ Tahafüt el Felasife” diyerek, dünya ve ahiret işinde akıla yer bırakmayan Gazali’nin, bu güne kadar süren tutuculuğundan yana saf belirlemiştir. Gazalinin, “filozoflar”ın aklın hareketinden yana dünyevi olayları yorumlayan yaklaşımlarına karşı yaptığı eleştirilere, aklın bir militanı İbni Rüşt’ün ünlü cevabı olan “Tahafüt el Tahafüt” ü tanımazlıktan gelmiştir. Böylece sağ, Yunan ve batı felsefe okumaları eksiğiyle iki ayağı topal hale gelmiştir. Dayandığı felsefi okumaların karşıtlarını da bilmemekle, sığ kalmıştır.((Devamı sol ana sutunda))

****

****

24 Nisan soykırımı hepimizi katletmişti...

Mihrac Ural

Osmanlının yürüttüğü son katliam olan Ermeni jenosidi –soykırımı- hepimizi katletmişti. Tam 93 yıldır sürmekte olan zorunlu sürgün ile insanlık sucunda İttihat –Terakki’nin ‘SOYKIRIM’ imzası vardır.

Ermeniler, kendi uygarlık katkılarıyla Anadolu’ya renk katan, bölgemizin en eski uluslarından olup, ”katli vaciptir” denilerek yurtları yakılmış, eski çağların bile tanık olmadığı bir vahşetle toptan sürgüne mecbur edilerek, 1,5 milyon insanı katledilmiştir; sürgünde ayakları telef olan uygar insanlar, Aziz Paşa’dan ayakkabı talep edince, “Rahat yürüsünler diye bunlara ayakkabı giydirin” diyerek verdiği emirle, “ayaklarına at nalı çakılmıştır”. Aç çocuklara, yüksekten sarkıtılmış ipe bağlı ekmekle, tavşan kaç tazı tut oyunu oynayarak işkence yapan, “su içerken yılan bile dokunmaz” erdemini ayaklar altına alarak, susuzluktan yerdeki su birikintisine yüzü koyun uzanıp su içen insanları topluca kurşuna dizen bir vahşet yaşanmıştır.

Dünya kamuoyunca tüm çirkefliğiyle bilinen bu katliamın Osmanlı sorumluluğunda olmasına karşın, TC. dahi bu kirli mirası reddetmeye yanaşmamış, Osmanlıyı savunmuştur; Maktulleri, katil ilan ederek saldırıya geçmiştir. Gerçekler sürekli inkar edilerek, yadsımaya dayalı bir düşünce sistematiği kurulmuştur.

“Resmi tarih” diye ünlenen tezler, inkarların tarihi olarak topluma dayatılmıştır.**19. yy sonlarından başlayarak, Katolik ve Gregoryan (Ortodoks) diyerek birbirlerine kırdırılan, tenkil ve sürgünlerle, mal mülklerine el konularak baskı altında tutulan Ermenilere yönelik soy kırımı, I Dünya savaşının, malum bol bahaneleri altında girişilmiştir (24 Nisan 1915).

Savaş sırasında, önce Ermeni gençlerinin Askere alınarak silahsız bırakılması ve ardından toplu tasfiyelerin yapılması, geride kalan Ermeni halkının Tenkil ve sürgünlerine geçilmesi. Bu konuda talimatların dakik bir biçimde, en yetkili resmi merciler tarafından istenip, izlenmesi. O dönemin Sadrazamı (Başbakanı) Talat Paşa’nın, başından itibaren olayları, dikkatlice takibi, emirler vermesi, istatistik tutması (iskan edecekleri yerde dahi nüfusa göre oranlarının %5 geçmeyecek düzeyde tutulmaları talimatları da dahil) ve bunun en ince ayrıntısına kadar yazılı özel notlarla tescili, Ermenilere reva görülen her şeyin, planlı bir tarzda icra edildiğini göstermeye yeterlidir (Ermeni tehciriyle ilgili Talat Paşa’nın tutanakları için bkz. Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi, 24 Nisan 2006’dan itibaren yayınlanan dizi) Bu, Ermenilere ilişkin, adına ne konulursa konulsun, yapılacak olanların önceden planlanmış eylemler olduğunu gösterir.

Bundan sonra, sonuçlara bakılarak, yapılanlara verilecek ad, tanımlamaya geçilir.*Böylesine planlı ve en ince ayrıntısına kadar takip edilmiş ve bir etnik topluluğa yönelen, sonuçta en iyimser tahminlerle, el yazması tutanaklardaki rakamlarla bir milyon (1000 000) üzerinde Ermenin ölümüne yol açan, kimi şehirlerde nüfusu yüz binlerden sıfıra indiren, çoluk çocuk on binlerce canın etnik yapısını değiştirmek için farklı etnik toplumlara dağıtan, topraklara el koyan, binalarını yıkan, her türden maddi ve canlı servetine el koyup katleden girişimlere, soy kırımından başka bir ad verilemeyeceği görülür.

Bu bir soykırımdır. (..)Osmanlıdan, cumhuriyete süre gelen bu aklın, daha uzun süre yürürlükte olma tehlikesi tüm çıplaklığıyla kendini göstermektedir. Tarihimizle cesurca yüzleşmeden bu aklı toplumsal işlevlerimizden ve geleceğe ilişkin yaşam planlarımızdan söküp atmak güç gibi duruyor.
((*)Ermeni jenosidi ve Kürtleri inkarı –Mihrac Ural)

**
Sıranın kendisine gelmeyeceğini sananların dikkatine, bu vatanın birimize değil, hepimize ait olduğunu bir kez daha, bin kez daha yeniden birbirimize kanıtlamakla yükümlü olduğunuzu artık anlamak zorundasınız.

Bilmelisiniz ki, farklılıkları içselleştirmek, onlarla barış içinde yaşamayı fiilen gösterip, haklarını anayasal ve kurumsal güvencelerle kökleştirmek ertelenmez bir görev haline gelmiştir, bu yapılmadıkça bu vatanın hepimize ait olduğuna kimseyi inandıramazsınız.

Mümkünü, imkansız hale getirmeye devam ederseniz, sizi biz farklılar, ayrı varlıklar bile kurtaramaz. Bunun vebali, Hrant Dink’in katline yol açan akıl sistematiğinin kıyımına tek tek ve topluca maruz kalmaktır bilesiniz.
((*)Hrant Dink'in Katli ve Tarihi Gerçekler –Mihrac Ural)


Murat Altunöz’ün Beklenen Kitabı Kırılgan Zamanlar Çıktı…

2002 Ocak ayında başladığımız yolculuğumuza 7 yıldır devam ediyoruz. Karalama Dergisi, ülkenin koşullarına göre bazen inişler ve çıkışlar yaşamamıza rağmen her geçen gün dergimizle daha da büyüyoruz.

Karalama Dergisi olarak;
Şair Nevruz Uğur ve Halil İbrahim Yıldız’ın kitaplarından sonra Karalama’nın Kurucusu ve halen Editörü olan Murat Altunöz’ün Kırılgan Zamanlar adlı kitabını yayımladık.
Geçmiş zamanların, kırılmış, yalnız ve hüzünlü dizelerinde bulduk kendimizi,
Her dize de bir direniş, bir sürgün, bir ayrılık ve özlem var.
((Devamı sol alt sutünda))

...

...

Yerel Çeteleşmenin Boyutu...

Murat Altunöz /Gazeteci

Çeteleşme yıllar sonra Ergenekon operasyonuyla tekrar gündeme geldi. Eskiden bildiğimiz mafya sistemi çökmüş artık daha organize ve daha profesyonel bir hal alan almıştır.Bazı yazarlar, Emekli Polisler ve Emekli askerlerinde içinde bulunduğu yeni bir yapı ortaya çıktı.Aslında bu tür çeteleşmeler yıllardır hep ülkemizde vardır. Ama bu hafta benim bahsetmek istediğim yerel çetelerdir. malesef son yıllarda ciddi anlamda yerel çeteleşme ve Organize suçlarda bir çoğalma vardır. Zaten Hatay il Emniyet Müdürü Osman Çapalı'da bu konuya dikkat çekerek " Bireysel suçlar artık organize suçlara kaymıştır" demiştir.
((Devamı sol ana sutunda))


İNTERAKSİYON

Faiz Cebiroğlu
Her gelişim, karşılıklıdır. Her ileriye yönelik değişim, bir interaksiyondur. İnteraksiyon, karşılıklı etkileşim oluyor. İnsanlar, başkalarıyla birlikte yer alarak, başkalarıyla birlikte öğrenerek sosyal yönlerini geliştiriyorlar. Sosyal yönünü geliştiren insan, aldığı öğreti ve deneyimlerle bireysel yönünü ”işleyerek” yapılandırıyor. Yapılanma, ”özbilinç” ve ”özgüven” ile nitelik bir hal alıyor.

İnteraksiyon ya da karşılıklı etki, yaşadığımız toplumda, değişik yer ve ortamlarda farklı farklı oluyor. Dille başlayan diyaloğa; insanların bulunduğu yaşam tarzları, çalışma biçimleri ve kısacası sahip oldukları sınıfsal konumları da ekleniyor. Sosyal sınıf, gelişimde ”ana halka” oluyor. Sosyal sınıf, ileriye yönelik değişimin ”can alıcı noktasını” oluşturuyor.

(Devamı orta ana sütunda )
http://mirural.blogspot.com/

...

...

Yabancılaşmanın Dinamiği


Mihrac Ural

Yabancılaşma, insanlık ailesini birbirine yakınlaştıran, farklarını hızla öteleyen özel mülkiyeti ve olumsuz sonuçlarını bile köşeye sıkıştırma işlevi gören sonuçlarıyla, olumsuz değil çok olumlu bir role sahiptir. Tarihsel süreciyle derinleşip geliştikçe gerçekleşen yabancılaşma, insana çok daha cüretkâr olma, çok daha özgürce beyin labirentlerinde kurguladığı fantezileri yaşama ve bunu yaparken de dar anlamda aile, mahalle gibi klancı darlığın etkiler altında kalmayıp, geniş anlamda da ulusal sınırları aşıp belki başlangıcı sanal âlemin nimetleriyle, bilgi çağının iletişim olanaklarıyla bu tutku ve arzularının doruklarını zorlama şansını elde etmektedir.Yabancılaşma olmasaydı, emeğin sosyal etkilerinden bahsetmemiz mümkün olamazdı. Emek ne kadar sahibinden uzaklaşır, ne kadar sahibine belirgin olmaktan çıkarsa, o kadar evrensel ölçeklerde hizmet sunmaya başlamış demektir. Ve bir o kadar kültürel farklılıklarını hesaba katmadan ( renk, ırk, ulus, coğrafya, bölge farkı tanımadan) insan türüne ait hale gelmiş demektir.
((Devamı orta ana sol sütunda: ))
http://mirural.blogspot.com/

..

..

MİLLİ MARŞLAR

Ayşe Hür
1955'te İsveç'ten bir kız jimnastik ekibi İstanbul'a gelir. Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptıkları gösteriyi piyano eşliğinde söyledikleri bir şarkıyla bitirirler. Şarkı ‘Tre Trallade Jantor’dur. O sırada salondaki bütün izleyiciler ayağa kalkar ve ‘Dağ başını duman almış/Gümüş dere durmaz akaarrrrr….’diye İsveçli sporculara eşlik eder. Durumu bilmeyen İsveç medyası olayı "centilmen Türk seyircisinden jest" olarak yorumlar. Nereden bilsinler, tam 40 yıl önce şirin şarkılarını millileştirdiğimizi…
“Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur/Katibimin setresi uzun eteği çamur… diye başlayan ünlü türkünün bestesi 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda kalan ‘eteklikli’ İskoç Alayı’na moral vermek için yazılmış ‘Donsuz askerler…’ diye başlayan bir asker şarkısıdır. II. Mahmut döneminde (1808-1826) modernleşme çabaları sırasında askerlere giydirilen setre ve pantolon mutaassıp çevreler tarafından ‘sokağa donla çıkmakla’ eşdeğer görülmüş, özellikle de ‘gavur mukallitliği’ denilen bu modernleşme hareketine çabuk uyum gösteren eli yüzü katipler halkın diline düşmüştür. Bir İstanbul külhanbeyi, bu katiplerle alay etmek için, Üsküdar yolu üzerinde olan Selimiye Kışlası’nda kalan İskoç askerleri için yazılan marşın müziğine Türkçe sözler yazar ve ünlü Katibim türküsü ortaya çıkar.
1974 Kıbrıs ‘Barış Harekatı'ndan sonra bir Yahudi şarkısına Türkçe sözler yazılmış ve ortaya Ayten Alpman’ın ünlü Memleketim şarkısı çıkmıştır. 1980 darbesinden sonra solcu mahkumları ‘millileştirmek’ için marş niyetine binlerce kez çalındığı için bu gün pek çok eski mahkum, bu şarkının adını duyduğunda bile ciddi bir gerginlik yaşar. On binlerce Fenerbahçelinin coşkuyla söyledikleri Yaşa Fenerbahçe Marşı, Franko dönemine ait faşist güfteli Viva L'Espanya (Yaşa İspanya) adlı İspanyol marşıdır ve bugün İspanya’da pek çok kişi bu marşı duymaya tahammül edemez. Ülkücülerin söylerken gözlerini yaşartan “Çırpınırdı Karadeniz/Bakıp Türkün Bayrağına” türküsü 18.yüzyılda yaşamış Sayat Nova adlı Ermeni sanatçının Kamança adlı şarkısının Türkçesi’dir.

((devamı sol büyük sütunda))

31 Ocak 2008 Perşembe

4.Osmanlı Aklının Korsanlığı ve Öcalan'ın kaçırılışı



4. OSMANLI AKLININ KORSANLIĞI ve ÖCALAN'NIN KAÇIRILIŞI


Bu bölümü sonradan eklemek zorunda kaldım. Makalemi iki ay önce bitirmiştim. Baskı hazırlıkları sırasında acı haber dünyayı sardı. Başkan Öcalan esir düşmüştü. 15 Şubat 99’da dünya tarihinin ender korsanlıklarından biri, tüm dünya kamuoyu gözü önünde ABD istihbarat servisi CIA, İsrail’in MOSAD’ı, Kenya’nın istihbaratı ve Türkiye MİT’inin kirli işbirliğiyle, Kürt ulusu tarihinin en önemli lideri kaçırılarak, Türkiye’ye teslim edildi. Dünyayı saran bu haber, bir kez daha Hasta Adam Osmanlı’nın devamı Türkiye Cumhuriyeti’nin, geleneksel korsanlığa devam ettiğini göstermiştir.
Korsanlık, Osmanlının denizlerdeki temel talan seferlerini oluşturuyordu. Nice milliyetler, halklar, uygarlıklar bu korsanlığın top gülleleri altında eritilerek yok edildi. Tek amaç vardı, o da, gasp ve barbarlıktı.

Osmanlı bu süreci, yaşamının son anına kadar sürdürdü. Hasta düşüp, tükendiği yerde yeşeren Türkiye Cumhuriyeti, genetik devamı olduğu Osmanlının bu yönüne yeniden yaşam vermesi kaçınılmazdı. Nitekim TC, 40 milyonluk dev bir Ortadoğu ulusu olan Kürt ulusunun lideri Öcalan’ı, uşaklığını yaptığı güçler yardımıyla, devletler hukukuna, her türden insan haklarına, uluslararası anlaşmalara tecavüz ederek gerçekleştirdiği korsanlık eylemiyle kaçırarak, bu adımı da attı.

Bu menfur girişim bir kez daha TC’nin hukuk dışı iştigalleri olan bir devlet olduğunu, ortaçağ anlayışıyla insan ilişkilerine baktığını ve buradan da egemenlik altında tutuğu ulus ve halklara karşı pervasız bir barbarlıkla yaklaşmakta olduğunu göstermiştir. PKK Genel Başkanı, Kürt ulusunun birleştirici önderi Başkan Abdullah Öcalan’ın esir edilişiyle başlayan süreç, ayrıca bir hukuksuzluk dizisi olarak sürmeye devam ediyor. Savunma hakkı sürekli kısıtlanan, avukatlarına inanılmaz engeller ve baskı yapan bu zulüm süreci, işlenen korsanlığın mantık uzantılarının nereye kadar gideceğine de bir göstergedir. Adil olmayacağı tüm verileriyle belli olan yargılamanın, alelacele düzenlenen ve bağımsız olmayan Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) görülerek sona erdirilmek istenmesi, korsanlığın hukuk alanında nasıl işlev gördüğünü anlatmaya yeterlidir. Buna Türk aklının çalışma sistematiğini anlatması açısından, Öcalan’ın yakalanmasıyla Kürt ulusunun özgürlük istemi ve mücadelesinin bir çırpıda biteceğini bekleyen ve bu amaçla “Pişmanlık Yasası” teklifini, Meclis üstü girişimle önerip, kararnameyle yürürlüğe sokma telaşını eklemek gerek. Ayrıca, bugüne kadar akıllarına hiç gelmeyen, “Doğu’ya yatırımları hızlandırmak için, dağdan inecek, kandırılmış ve pişman olmuş Kürt savaşçılarına iş olanağı sağlamak için” kaynağı meçhul ve tamamıyla propagandaya yönelik 10 trilyonluk paket açıklaması komedyasını da hatırlamakta yarar vardır. Böylesine telaş ve böylesine çelişkili girişimler tipik bir Osmanlı aklı olarak, kendini ve ulusunu aldatmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Nitekim ne “Pişmanlık Yasası” na isticvap eden çıktı ne de sözü edilen yatırım heyulasından bir şey görüldü. Tüm söylemlerinin yalan ve aldatmacadan ibaret olduğu, birkaç hafta içinde tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Bu yalanın en büyük fabrikası olan Türk medyasının Öcalan’ın yakalanmasıyla başlattığı kirli propaganda ve uyduruk atıflarda bulunmalar da, Öcalan’ın avukatları aracılığıyla yansıyan mesajlarında yerle bir oldu. Esir Başkan Öcalan;” Bu mahkemede TC.nin Kürt siyaseti yargılanarak mahkum edilecektir. Mahkeme başlamadan kazanan taraf biz olduk, mahkum olacak taraf ise TC. olacaktır.” Mealinde, dışarıya yansıyan mesaj, Türk Medyasının bilinen temel özelliği yalancılık, abartmacılık ve kirli gayelerle hasmı kirletme çabası, kendini vuran bir silaha dönmüştür. Şimdi medyasından, yönetimine yeni konseptler ve arayışlar içinde bataklığa gömüldükçe gömülmektedirler.

Ancak bütün bu girişimler, var olan gerçeği örtmeye yetmeyecek birer beyhude çabadır. Kürt güneşini karartacak hiçbir bulut gök yüzünde asılı kalmayacaktır, Kürt özgürlüğünden daha yüksek bir zindan duvarı da örülemeyecektir. Geride yalnızca, insanlık tarihinin utanç listesinde, insanlığa karşı işlenen suçlarda, Osmanlı miras yedisi TC’nin yer alışı kalacaktır.

İnsanlığa hukuk uygarlığını sunan Roma’nın, suçlu görmediği, yargılayamadığı, Batı uygarlığı ülkelerinin yargılanabilecek hiçbir şey bulamadıkları, kendi isteğine rağmen “uluslararası mahkeme”de yargılanması sağlanamayan, esir Başkan Öcalan’ı Türk “adaletinin” (!) yargılama gerekçesi hiç olamaz. O, Kürt ulusu adına yalnızca, kendi topraklarında demokrasi ve özgürlük istemektedir. Kürtlerin, başkasına ait olup istedikleri hiçbir şey yoktur. Barışa ve kardeşliğe davet edenler de, Kürt ulusu ve lideri olmuştur. Verilen cevap, ölüm mekanizmalarıyla olmuştur; TC. bu eylemleriyle, Türk-Kürt kardeşliğinin koca bir yalan olduğunu yeterince açığa vurmuştur. Kürt ulusu, liderinin korsanca kaçırılışına rağmen, barış elini uzatmaya devam etmiştir. Ancak TC 40 milyon insanı, hala yok saymaya devam ediliyor. Tarihin en eski ve en uygar halklarından olan Kürtler, hiçbir ulusal hakka sahip olmadan esir yaşam mahkumiyetine devam ediyor.

Anadolu’nun kadim uygarlığı yeniden uyanırken, İnsanlığa sunduğu 20.yy’ın son büyük devrimcisi Esir Başkan Öcalan, özgürlüğüne er yada geç kavuşacaktır. Anadolu’nun uygar insanlığı bu tutsaklığa uzun süre göz yummayacaktır. Bu, bireyin fiziki özgürlük kazanımı olmasa da. Esir Başkan’ın açtığı yolda Kürt ulusunun özgürlüğünü engelleyecek hiçbir gücün kalıcı olmasına izin verilmeyecektir.

Ancak bu gelişmelerin insanlığa anlattığı önemli mesajların doğru kavranması gerekmektedir. Bunun en önemlisi TC. korsanlığıdır. TC’nin, Osmanlı korsanlığı defterini açtığıdır. Osmanlı aklının bu eylem türü, bundan sonra da sık sık dünya kamuoyunu meşgul ederek, hukuksuzluğu pervasızca sürdüreceği bilinmelidir. Uygar insanlığın görevi, Anadolu’nun uygar insanlığının, TC. korsanlığına karşı açtığı mücadelede yalnız bırakmamaktır.

Hiç yorum yok: