Sınırları insan erdemleriyle belirlenmiş, ne sınıfsal ne de etnik nedenlere mahkum olmamış doğrularımızla özgürlük ve demokrasi mücadelesini sürdüreceğiz...

BURADAYIZ İŞTE...

OKURLARIMIN DİKKATİNE. BLOGUMDA TEKNİK BİR ARIZA YA DA BİR SALDIRI GERÇEKLEŞMİŞTİ.. ŞİMDİ HER ŞEY YOLUNDA...EMEKLERİMİZ BURADA... SAĞLICAKLA KALINIZ...

PARALEL BİR BLOG DA DEVAM EDİYOR...

Yeni blogun adresi: http://mirural.blogspot.com/

ŞU AN İZLEMEKTE OLDUĞUNUZ BLOG ADRESİ İLE YENİ BLOG ADRESİ BİRBİRİNE ÇOK YAKINDIR. İLGİNİZE TEŞEKKÜRLER.

MİHRAC URAL

...

...

...

...

TÜRK MODERNLEŞMESİ JAKOBENİZM VE BONAPARTİZM

Yener Orkunoğlu

Türkiye'de modernleşme hareketinin tarihini ve modernleşmenin toplum üzerinde yarattığı etkileri incelemek ve aynı zamanda modernleşme konusunda liberal entelektüellerin yarattığı yanılsamaları açığa çıkarmak zorundayız.
Liberal entelektüellerin çarpıttığı bir konu var. Siyasal İslam'ın yörüngesine girmiş bir çok entelektüel, Türkiye'deki Kemalistleri Jakoben olmakla suçlarlar. Yani Jakobenizm, darbeci ve anti-demokrat olmakla özdeşleştirilir. Böylesi bir değerlendirme, Jakobenizmin çarpıtılmasıdır. Kemalizm'i, Jakobenizm olarak değerlendirmek, Jakobenizme karşı bir haksızlıktır. Çünkü Jakobenizm, Fransız Devrimi döneminde küçük burjuvazinin (baldırı çıplakların) radikal bir devrimci hareketi olarak doğdu. Fransız Devrim hareketinin sol kanadını oluşturur.
((Devamı orta sol sutunda))

..

..

Mihrac Ural

Mihrac Ural

Yeniden felsefe okumak


Cumhuriyetin Doğuya sırtını dönmesinin mahkumu idik. Alfabe kırılmasının sonucu da, okuma adına nemiz var nemiz yok, arşivlerin küfüne terk edildi. Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle zaten olmayan okumalara, sıçramalardan oluşan, dengesiz ve sonuçta eksiklikten kaynaklanan bir topallamaya düştük. Bu da, ülkemiz felsefe bilincinin derinlik ve bütünlüğünü oluşturacak zincir halkalarının kopuk olmasını getirmiştir.
Yunan felsefesi akılcılığının Aristo’yla temsil edilen sunumunu, İslami bir yorum ve ilerleyişle ele alan Farabi’de ifadesini bulan akılcılığa karşı, “ Tahafüt el Felasife” diyerek, dünya ve ahiret işinde akıla yer bırakmayan Gazali’nin, bu güne kadar süren tutuculuğundan yana saf belirlemiştir. Gazalinin, “filozoflar”ın aklın hareketinden yana dünyevi olayları yorumlayan yaklaşımlarına karşı yaptığı eleştirilere, aklın bir militanı İbni Rüşt’ün ünlü cevabı olan “Tahafüt el Tahafüt” ü tanımazlıktan gelmiştir. Böylece sağ, Yunan ve batı felsefe okumaları eksiğiyle iki ayağı topal hale gelmiştir. Dayandığı felsefi okumaların karşıtlarını da bilmemekle, sığ kalmıştır.((Devamı sol ana sutunda))

****

****

24 Nisan soykırımı hepimizi katletmişti...

Mihrac Ural

Osmanlının yürüttüğü son katliam olan Ermeni jenosidi –soykırımı- hepimizi katletmişti. Tam 93 yıldır sürmekte olan zorunlu sürgün ile insanlık sucunda İttihat –Terakki’nin ‘SOYKIRIM’ imzası vardır.

Ermeniler, kendi uygarlık katkılarıyla Anadolu’ya renk katan, bölgemizin en eski uluslarından olup, ”katli vaciptir” denilerek yurtları yakılmış, eski çağların bile tanık olmadığı bir vahşetle toptan sürgüne mecbur edilerek, 1,5 milyon insanı katledilmiştir; sürgünde ayakları telef olan uygar insanlar, Aziz Paşa’dan ayakkabı talep edince, “Rahat yürüsünler diye bunlara ayakkabı giydirin” diyerek verdiği emirle, “ayaklarına at nalı çakılmıştır”. Aç çocuklara, yüksekten sarkıtılmış ipe bağlı ekmekle, tavşan kaç tazı tut oyunu oynayarak işkence yapan, “su içerken yılan bile dokunmaz” erdemini ayaklar altına alarak, susuzluktan yerdeki su birikintisine yüzü koyun uzanıp su içen insanları topluca kurşuna dizen bir vahşet yaşanmıştır.

Dünya kamuoyunca tüm çirkefliğiyle bilinen bu katliamın Osmanlı sorumluluğunda olmasına karşın, TC. dahi bu kirli mirası reddetmeye yanaşmamış, Osmanlıyı savunmuştur; Maktulleri, katil ilan ederek saldırıya geçmiştir. Gerçekler sürekli inkar edilerek, yadsımaya dayalı bir düşünce sistematiği kurulmuştur.

“Resmi tarih” diye ünlenen tezler, inkarların tarihi olarak topluma dayatılmıştır.**19. yy sonlarından başlayarak, Katolik ve Gregoryan (Ortodoks) diyerek birbirlerine kırdırılan, tenkil ve sürgünlerle, mal mülklerine el konularak baskı altında tutulan Ermenilere yönelik soy kırımı, I Dünya savaşının, malum bol bahaneleri altında girişilmiştir (24 Nisan 1915).

Savaş sırasında, önce Ermeni gençlerinin Askere alınarak silahsız bırakılması ve ardından toplu tasfiyelerin yapılması, geride kalan Ermeni halkının Tenkil ve sürgünlerine geçilmesi. Bu konuda talimatların dakik bir biçimde, en yetkili resmi merciler tarafından istenip, izlenmesi. O dönemin Sadrazamı (Başbakanı) Talat Paşa’nın, başından itibaren olayları, dikkatlice takibi, emirler vermesi, istatistik tutması (iskan edecekleri yerde dahi nüfusa göre oranlarının %5 geçmeyecek düzeyde tutulmaları talimatları da dahil) ve bunun en ince ayrıntısına kadar yazılı özel notlarla tescili, Ermenilere reva görülen her şeyin, planlı bir tarzda icra edildiğini göstermeye yeterlidir (Ermeni tehciriyle ilgili Talat Paşa’nın tutanakları için bkz. Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi, 24 Nisan 2006’dan itibaren yayınlanan dizi) Bu, Ermenilere ilişkin, adına ne konulursa konulsun, yapılacak olanların önceden planlanmış eylemler olduğunu gösterir.

Bundan sonra, sonuçlara bakılarak, yapılanlara verilecek ad, tanımlamaya geçilir.*Böylesine planlı ve en ince ayrıntısına kadar takip edilmiş ve bir etnik topluluğa yönelen, sonuçta en iyimser tahminlerle, el yazması tutanaklardaki rakamlarla bir milyon (1000 000) üzerinde Ermenin ölümüne yol açan, kimi şehirlerde nüfusu yüz binlerden sıfıra indiren, çoluk çocuk on binlerce canın etnik yapısını değiştirmek için farklı etnik toplumlara dağıtan, topraklara el koyan, binalarını yıkan, her türden maddi ve canlı servetine el koyup katleden girişimlere, soy kırımından başka bir ad verilemeyeceği görülür.

Bu bir soykırımdır. (..)Osmanlıdan, cumhuriyete süre gelen bu aklın, daha uzun süre yürürlükte olma tehlikesi tüm çıplaklığıyla kendini göstermektedir. Tarihimizle cesurca yüzleşmeden bu aklı toplumsal işlevlerimizden ve geleceğe ilişkin yaşam planlarımızdan söküp atmak güç gibi duruyor.
((*)Ermeni jenosidi ve Kürtleri inkarı –Mihrac Ural)

**
Sıranın kendisine gelmeyeceğini sananların dikkatine, bu vatanın birimize değil, hepimize ait olduğunu bir kez daha, bin kez daha yeniden birbirimize kanıtlamakla yükümlü olduğunuzu artık anlamak zorundasınız.

Bilmelisiniz ki, farklılıkları içselleştirmek, onlarla barış içinde yaşamayı fiilen gösterip, haklarını anayasal ve kurumsal güvencelerle kökleştirmek ertelenmez bir görev haline gelmiştir, bu yapılmadıkça bu vatanın hepimize ait olduğuna kimseyi inandıramazsınız.

Mümkünü, imkansız hale getirmeye devam ederseniz, sizi biz farklılar, ayrı varlıklar bile kurtaramaz. Bunun vebali, Hrant Dink’in katline yol açan akıl sistematiğinin kıyımına tek tek ve topluca maruz kalmaktır bilesiniz.
((*)Hrant Dink'in Katli ve Tarihi Gerçekler –Mihrac Ural)


Murat Altunöz’ün Beklenen Kitabı Kırılgan Zamanlar Çıktı…

2002 Ocak ayında başladığımız yolculuğumuza 7 yıldır devam ediyoruz. Karalama Dergisi, ülkenin koşullarına göre bazen inişler ve çıkışlar yaşamamıza rağmen her geçen gün dergimizle daha da büyüyoruz.

Karalama Dergisi olarak;
Şair Nevruz Uğur ve Halil İbrahim Yıldız’ın kitaplarından sonra Karalama’nın Kurucusu ve halen Editörü olan Murat Altunöz’ün Kırılgan Zamanlar adlı kitabını yayımladık.
Geçmiş zamanların, kırılmış, yalnız ve hüzünlü dizelerinde bulduk kendimizi,
Her dize de bir direniş, bir sürgün, bir ayrılık ve özlem var.
((Devamı sol alt sutünda))

...

...

Yerel Çeteleşmenin Boyutu...

Murat Altunöz /Gazeteci

Çeteleşme yıllar sonra Ergenekon operasyonuyla tekrar gündeme geldi. Eskiden bildiğimiz mafya sistemi çökmüş artık daha organize ve daha profesyonel bir hal alan almıştır.Bazı yazarlar, Emekli Polisler ve Emekli askerlerinde içinde bulunduğu yeni bir yapı ortaya çıktı.Aslında bu tür çeteleşmeler yıllardır hep ülkemizde vardır. Ama bu hafta benim bahsetmek istediğim yerel çetelerdir. malesef son yıllarda ciddi anlamda yerel çeteleşme ve Organize suçlarda bir çoğalma vardır. Zaten Hatay il Emniyet Müdürü Osman Çapalı'da bu konuya dikkat çekerek " Bireysel suçlar artık organize suçlara kaymıştır" demiştir.
((Devamı sol ana sutunda))


İNTERAKSİYON

Faiz Cebiroğlu
Her gelişim, karşılıklıdır. Her ileriye yönelik değişim, bir interaksiyondur. İnteraksiyon, karşılıklı etkileşim oluyor. İnsanlar, başkalarıyla birlikte yer alarak, başkalarıyla birlikte öğrenerek sosyal yönlerini geliştiriyorlar. Sosyal yönünü geliştiren insan, aldığı öğreti ve deneyimlerle bireysel yönünü ”işleyerek” yapılandırıyor. Yapılanma, ”özbilinç” ve ”özgüven” ile nitelik bir hal alıyor.

İnteraksiyon ya da karşılıklı etki, yaşadığımız toplumda, değişik yer ve ortamlarda farklı farklı oluyor. Dille başlayan diyaloğa; insanların bulunduğu yaşam tarzları, çalışma biçimleri ve kısacası sahip oldukları sınıfsal konumları da ekleniyor. Sosyal sınıf, gelişimde ”ana halka” oluyor. Sosyal sınıf, ileriye yönelik değişimin ”can alıcı noktasını” oluşturuyor.

(Devamı orta ana sütunda )
http://mirural.blogspot.com/

...

...

Yabancılaşmanın Dinamiği


Mihrac Ural

Yabancılaşma, insanlık ailesini birbirine yakınlaştıran, farklarını hızla öteleyen özel mülkiyeti ve olumsuz sonuçlarını bile köşeye sıkıştırma işlevi gören sonuçlarıyla, olumsuz değil çok olumlu bir role sahiptir. Tarihsel süreciyle derinleşip geliştikçe gerçekleşen yabancılaşma, insana çok daha cüretkâr olma, çok daha özgürce beyin labirentlerinde kurguladığı fantezileri yaşama ve bunu yaparken de dar anlamda aile, mahalle gibi klancı darlığın etkiler altında kalmayıp, geniş anlamda da ulusal sınırları aşıp belki başlangıcı sanal âlemin nimetleriyle, bilgi çağının iletişim olanaklarıyla bu tutku ve arzularının doruklarını zorlama şansını elde etmektedir.Yabancılaşma olmasaydı, emeğin sosyal etkilerinden bahsetmemiz mümkün olamazdı. Emek ne kadar sahibinden uzaklaşır, ne kadar sahibine belirgin olmaktan çıkarsa, o kadar evrensel ölçeklerde hizmet sunmaya başlamış demektir. Ve bir o kadar kültürel farklılıklarını hesaba katmadan ( renk, ırk, ulus, coğrafya, bölge farkı tanımadan) insan türüne ait hale gelmiş demektir.
((Devamı orta ana sol sütunda: ))
http://mirural.blogspot.com/

..

..

MİLLİ MARŞLAR

Ayşe Hür
1955'te İsveç'ten bir kız jimnastik ekibi İstanbul'a gelir. Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptıkları gösteriyi piyano eşliğinde söyledikleri bir şarkıyla bitirirler. Şarkı ‘Tre Trallade Jantor’dur. O sırada salondaki bütün izleyiciler ayağa kalkar ve ‘Dağ başını duman almış/Gümüş dere durmaz akaarrrrr….’diye İsveçli sporculara eşlik eder. Durumu bilmeyen İsveç medyası olayı "centilmen Türk seyircisinden jest" olarak yorumlar. Nereden bilsinler, tam 40 yıl önce şirin şarkılarını millileştirdiğimizi…
“Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur/Katibimin setresi uzun eteği çamur… diye başlayan ünlü türkünün bestesi 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda kalan ‘eteklikli’ İskoç Alayı’na moral vermek için yazılmış ‘Donsuz askerler…’ diye başlayan bir asker şarkısıdır. II. Mahmut döneminde (1808-1826) modernleşme çabaları sırasında askerlere giydirilen setre ve pantolon mutaassıp çevreler tarafından ‘sokağa donla çıkmakla’ eşdeğer görülmüş, özellikle de ‘gavur mukallitliği’ denilen bu modernleşme hareketine çabuk uyum gösteren eli yüzü katipler halkın diline düşmüştür. Bir İstanbul külhanbeyi, bu katiplerle alay etmek için, Üsküdar yolu üzerinde olan Selimiye Kışlası’nda kalan İskoç askerleri için yazılan marşın müziğine Türkçe sözler yazar ve ünlü Katibim türküsü ortaya çıkar.
1974 Kıbrıs ‘Barış Harekatı'ndan sonra bir Yahudi şarkısına Türkçe sözler yazılmış ve ortaya Ayten Alpman’ın ünlü Memleketim şarkısı çıkmıştır. 1980 darbesinden sonra solcu mahkumları ‘millileştirmek’ için marş niyetine binlerce kez çalındığı için bu gün pek çok eski mahkum, bu şarkının adını duyduğunda bile ciddi bir gerginlik yaşar. On binlerce Fenerbahçelinin coşkuyla söyledikleri Yaşa Fenerbahçe Marşı, Franko dönemine ait faşist güfteli Viva L'Espanya (Yaşa İspanya) adlı İspanyol marşıdır ve bugün İspanya’da pek çok kişi bu marşı duymaya tahammül edemez. Ülkücülerin söylerken gözlerini yaşartan “Çırpınırdı Karadeniz/Bakıp Türkün Bayrağına” türküsü 18.yüzyılda yaşamış Sayat Nova adlı Ermeni sanatçının Kamança adlı şarkısının Türkçesi’dir.

((devamı sol büyük sütunda))

8 Nisan 2008 Salı

Türkiye parti mezarlığına bir ziyaret


Ayşe Hür

“Ziyaretten murad bir duadır/Bugün bana ise, yarın sanadır.” (Bir mezar taşı yazısı)

II. Dünya Savaşı’nın ertesinde, İngiltere, Rusya ve ABD sadece ‘1 Mart 1945'ten önce ortak düşmana savaş ilan etmiş olan’ milletlerin, 25 Nisan 1945-26 Haziran 1945 tarihleri arasında San Francisco'da yapılacak konferansa katılmalarına karar vermişti. Bu konferans Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın kuruluş toplantısıydı. CHP iktidarı, alelacele Almanya’ya savaş ilan etti ve San Fransisco masasındaki yerini garantiye aldı. Bu tercihin ardında, kronikleşen ekonomik sorunları aşmak için yabancı kaynağa ihtiyaç duyulması, Sovyetler Birliği’nin Türkiye ile ilgili heveslerine set çekmek, Batı bloğunun desteği ile Orta Doğu’da yeniden varolmak gibi bir dizi neden yatıyordu.

Yönetici elitlerin pek içlerine sinmese de, Batı Bloğu’na girmenin diyeti olarak gördükleri ‘Çok Partili’ dönemin ilk beş yılında tam 27 siyasi partinin kurulması, içteki hevesi de gösterir. 1951’den bugüne kadar ise 170 kadar parti kuruldu. Bunların büyük bölümü, örgütsel ve mali sorunlar yüzünden, bir kısmı gizli ya da açık baskılar sonucu kapandı. 1953’te Millet Partisi, 1960’da Demokrat Parti mahkeme kararları ile kapatıldı. 1980 darbesinden sonra faaliyetteki bütün partiler, 1983’te MGK kararıyla iki parti, Anayasa Mahkemesi tarafından 26 parti kapatıldı. Sadece bu rakamlar bile ‘gerçek’ demokraside değil, ‘vesayetçi demokrasi’ içinde yaşadığımızı gösteriyor. Bu yazıda, ‘Çok Partili’ döneme dair küçük bir bellek turuna çıkacağız.
‘MİLLİ ZENGİN’İN PARTİSİ’. ‘Çok Partili’ dönemin ilk ‘muhalif’ partisi, çoğu kişinin sandığı gibi Demokrat Parti (DP) değil, Milli Kalkınma Partisi’dir (MKP). Pan Turancı ‘milli işadamı’ Nuri Demirağ’ın bir parti kuracağına dair haberler, ilk olarak 8 Temmuz 1945 tarihli gazetelerde çıkmıştı. Demirağ ayrı bir yazı konusu olacak kadar ilginç bir şahsiyettir. Örneğin ‘Türkiye’de sigara kağıdına ilk yatırım yapan adam’, ‘Türkiye’nin ilk demiryolu müteahhidi’, ‘Türkiye’nin ilk sivil havacısı’, ‘Türkiye’de ilk uçak fabrikasını kuran adam’, ‘Türkiye’nin ilk milyoneri’, Nuri Demirağ’ı nitelemek için kullanılan unvanlardan sadece birkaçıydı. Soyadını da, başarılı demiryolu inşaatlarından etkilenen Mustafa Kemal vermişti. Particiliğe, bir uçağı düştüğü için Türk Hava Kurumu’nun uçaklarını satın almaktan vazgeçmesi üzerine işleri kötü gitmeye başlayınca girmişti.

CEMİYETÇİ LİBERALİZM. 18 Temmuz 1945 tarihli kuruluş dilekçesinde Nuri Demirağ’dan başka İstanbul 5. Noteri Hüseyin Avni Ulaş ve Cevat Rıfat Atilhan’ın imzaları bulunmaktaydı. 1920-1923 yılları arasında faaliyet gösteren Birinci Meclis’in muhalif kanadını oluşturan İkinci Grup’un lideri olan liberal eğilimli Hüseyin Avni Ulaş yeni partide ‘umumi katip’ti. Cevat Rıfat Atilhan ise ‘kafatasçı’ düşünceleri ile tanınan emekli bir subay ve ‘muharrir’ idi.
Kendini ‘minare gibi bir adam’ diye tanımlayan Demirağ, partisinin çizgisini ‘cemiyetçi liberalizm’ olarak tanımlanmıştı ama CHP’ye muhalif olup olmayacağını soran gazetecilere ‘hayır, katiyen’ diyerek particilikten ne anladığını göstermişti. Partinin açılış töreninde kürsüye çıkan Hüseyin Avni Bey ise konuşmasında “25 senedir muhalifim, ama haksızlığa, gaddarlığa, istibdada muhalifim” demiş, sözlerini yeni partinin Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın (TpCF) yolundan yürüyeceğini fakat yapılan hatalardan ders aldıklarını belirterek bitirmişti. Ancak, bu sözler onun siyasi hayatının sonunu getirecekti. İddialara göre, Nuri Bey, partisinin Kemalist rejim tarafından ‘aforoz’ edilen TpCF ile ilişkilendirilmesinin önünü kesmesinden korkmuş ve Hüseyin Avni Bey’i uyarmıştı. O da istifasını vermişti.
KUZULU PARTİ. Demirağ’ın Üsküdar sırtlarındaki yalısında gazetecilere verdiği kuzu çevirme şölenlerinden dolayı adı ‘kuzu partisi’, ‘kuzulu parti’ ye çıkan MKP, 1946 seçimlerinde varlık gösteremedi. Nuri Demirağ bunu, partisine devlet yardımı yapılmamasına, özel radyo ve matbaa kurma taleplerinin reddedilmesine bağlamıştı. Ancak MKP’nin, hem kadim CHP ile, hem de CHP’den kopan Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü tarafından 7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti (DP) ile yarışması çok zordu. Partisi 1950 seçimlerinde de başarısız olunca, Nuri Demirağ parti başkanlığından ayrıldı ve DP’ye girdi. 1954’te DP’den Sivas Milletvekili seçildi ancak 1957’de hayata gözlerini yumdu. Başıboş kalan partisi ise 1958’de İçişleri Bakanlığı’nca ‘münfesih’ sayıldı.

ORDUNUN TUTUMU. Bu talihsiz başlangıca rağmen, ‘Çok Partili’ döneme geçişte İsmet İnönü’nün kararlı tutumuna işaret eden bir anıyla bu bölümü bitirelim. Dönemin CHP Genel Sekreteri Orhan Birgit, DP’nin ezici bir seçim zaferi kazandığı 14 Mayıs 1950 gecesini şöyle anlatıyor: “Gecenin ilerlemiş bir saatiydi. 1. Ordu Komutanı Org. Noyan’ın parti müfettişi Sadi Irmak’ı aradığını söyledi. Orgeneral Noyan, Irmak’ın eğer Cumhurbaşkanı Hazretleri yeşil ışık yakarsa, seçimlere komünistlerin hile karıştırdığı varsayımıyla müdahale edebileceklerini ve Milli Şef’in emirlerini beklediklerini söyledi…[İsmet] Paşanın mesajı şöyleydi: ‘Milli irade nasıl tecelli etmişse, buna başta kendisi olmak üzere bütün devlet birimlerinin saygı göstermesi gerektiğinin bir defa daha bilinmesini istiyorum.” (Aktaran: Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı, Demirkırat, Bir Demokrasinin Doğuşu, Doğan Kitapçılık, 1999, s.57)
Anlaşılan ordumuzun geleneksel refleksi son anda önlenmişti. Ancak, çok değil 10 yıl sonra, DP kapatılacak, üstelik liderleri darağacına gönderilecekti. İsmet İnönü ise, Menderes ve arkadaşlarını ipten kurtarmamakla suçlanacaktı.
İşçilerin ve Aydınların Partisi: TİP


''İşçilerin de partisi olsun dedik, çünkü bütün partiler patronların.” Bu sözler, 13 Şubat 1961'de İstanbul Valiliğine verdikleri bildirimle Türkiye İşçi Partisi'ni (TİP) kurduklarını açıklayan 12 sendikacıya ait. 1962’de kurucular, Mehmet Ali Aybar, Sadun Aren, Behice Boran, Adnan Cemgil gibi aydınları partiye davet ettiklerinde Türkiye siyasi tarihinde yeni bir sayfa açılmıştı.
TİP’in kurulduğu dönemde, demokratik nitelikli 1961 Anayasası'na rağmen, Türkiye'de, hala devletin ve rejimin çıkarlarını ön planda tutan, bireyin ve toplumun haklarını önemsemeyen bir siyasal yapı egemendi. Rejim ve onun yönlendirdiği halk kitleleri sosyalizme ve sosyalist sisteme karşı düşmanca bir tutum içindeydi. Ülkede düşünce ve örgütlenme özgürlüğü çok sınırlıydı. Her türlü demokratik hak talebi komünistlik ya da bölücülük sayılmaktaydı. Dış koşullar da kötüydü. Dünya karşıt iki kampa bölünmüştü. Türkiye, NATO üyesi olarak Batı Bloğu’na angaje olmuş ve bu kampın başını çeken ABD'nin sosyalist bloğa karşı yürüttüğü mücadeleyle uyumlu şekilde, komünizm karşıtlığını her türlü sola karşı bir düşmanlık politikası biçiminde sürdürmekteydi. Kısacası TİP’in işi zordu. Yine de, 1961 seçimlerine örgütlenmesini tamamlamadığı için katılamayan parti, 1963 yerel seçimlerinde 9 ilde, 20 bini İstanbul'dan olmak üzere 35 bini aşkın oy almayı başardı. Ancak, 1964 Senato Yenileme Seçimleri’ne YSK kararıyla katılamadı. Diğer partilere yapılan hazine yardımı da TİP’e yapılmadı.

ENGELLERE RAĞMEN. TİP, 1965 seçim kampanyaları sırasında Adalet Partisi (AP) ve Komünizmle Mücadele Derneği mensupları tarafından ağır saldırılara uğradı. 4 Temmuz günü Bursa’daki TİP toplantısında parti üyesi Adnan Cemgil yaralı olarak sokaklarda sürüklenmiş, canını zor kurtarmıştı. Aslında bunda şaşılacak şey yoktu, çünkü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in Komünizmle Mücadele Derneği’nin fahri başkanlığını üstlendiği günlerdeydik. Olayı Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu'na taşıyan Suphi Karaman şöyle demişti: ''31 Mart irtica olaylarından beri Bursa sokakları böyle bir vahşet yaşamadı. Hükümetin kılı bile kıpırdamadı. Yoksa hükümet Selanik'ten bir Hareket Ordusu'nun gelmesini mi bekliyor?''
Bütün bu baskılara rağmen TİP, 1965 genel seçimlerinde, ‘milli bakiye’ sisteminin de yardımıyla, 54 ilde, 370 bin oyla 15 milletvekili çıkararak bir grup kurmayı başardı. Mehmet Ali Aybar, Rıza Kuas, Muzaffer Karan, Tarık Ziya Ekinci, Sadun Aren, Yahya Kanbolat, Cemal Hakkı Selek, Adil Kurtel, Behice Boran, Yunus Koçak, Şaban Erik, Yusuf Ziya Bahadınlı, Ali Karcı, Kemal Nebioğlu ve Çetin Altan’dan oluşan grubun mecliste yaptığı etkili muhalefet, siyasi tarihimizde ‘TİP muhalefeti’ olarak geçecekti.


ÇETİN ALTAN’A SALDIRI. 1966 seçimlerinde ise Fatma Hikmet İşmen’i senatör olmasıyla Meclis’teki üye sayısı 16’ya çıkması, yerleşik partilerin TİP’e sözlü ve fiziki saldırılarını arttırmıştı. TİP milletvekillerinin Meclis'teki konuşmaları AP'liler tarafından laf atmalar, küfürlerle kesiliyordu. Bu saldırıların en ünlüsü 10 Şubat 1968 gece yarısı 02.00'de kürsüde konuşan TİP milletvekili Çetin Altan'a İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın laf atmasıyla başladı. Altan yanıt verince AP'li milletvekilleri kürsüye saldırdılar, çıkan olaylarda Kemal Nebioğlu, Sadun Aren ve Yunus Koçak yaralandı. Çetin Altan’ın bir gözü bir daha iyileşmemek üzere zarar gördü.
Ancak TİP en çok kendi iç çatışmalarından zarar gördü. Parti yönetiminin bürokratikleşmesi, şehirli elitlerle Anadolulu partililer arasındaki mesafe de partiyi zayıflatmıştı ama esas tartışma 1968’de Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’yı işgali üzerine yaşandı. Mehmet Ali Aybar işgali destekleyen Behice Boran ve arkadaşlarına tepki göstererek 1969’da genel başkanlıktan istifa etti. 1969 seçimleri, TİP’in önünü kesmek için Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklikler yüzünden başarısızlıkla sonuçlanıp parti ancak iki milletvekilliği (Mehmet Ali Aybar ve Rıza Kuas) kazanınca aydınlar partiden uzaklaşmaya başladılar.


VE MALUM BAHANE. Partinin sonunu ise ‘Kürt Meselesi’ getirdi. Partinin içinde başından beri Naci Kutlay, Tarık Ziya Ekinci, Kemal Burkay, Canip Yıldırım, Mehdi Zana gibi isimlerin oluşturduğu bir ‘Doğulular’ grubu vardı. TİP literatüründeki adıyla ‘Doğu Meselesi‘ Türkiye’nin gündemine ilk kez genel başkan Mehmet Ali Aybar’ın, 1963’te Gaziantep’te yapılan Genel Yönetim Kurulu’ndaki açış konuşması ile getirilmişti. 1966’da Malatya Kongresi’nde Doğu Meselesi parti kararlarına girdi. Bu sorunu kamuoyuna mal etmek için ağırlıklı olarak 1967’de çeşitli il ve ilçelerde ‘Doğu Mitingleri’ düzenlendi.
1970 tarihli 4. Büyük Kongre’de Kürt meselesine ilişkin alınan karar, 1971 muhtırasından sonra, partinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasına gerekçe yapıldı. Mahkemenin TİP’i ‘oybirliği’ ile kapatan 20 Temmuz 1971 gerekçeli kararında, “okur yazar olan belki de olmayan fakat çevresinde geçen olaylar üzerinde ortalama bilgisi bulunan kişilerce, anayasal vatandaşlık haklarından anlayacağı, anayasada Kürt vatandaşlara tanınan hakların dışında kalan konulara ilişkin bir takım özlem ve istekler olabileceği” gibi ilginç bir endişe yer alıyordu.
Kapatma kararından sonra TİP liderleri 15 yıla kadar değişen hapis cezalarına çarptırıldılar. Mahkûmlardan bir kısmı 1974 affıyla serbest kaldı. 1975 yılında Behice Boran partiyi yeniden canlandırmaya çalıştı ancak başarılı olamadı. Ama 1 Mayıs 1979 kutlamaları İstanbul’da yasaklandığında buna karşı duran tek grup TİP’lilerdi. Bu meydan okumanın cezası da sıkı bir meydan dayağı olmuştu. 12 Eylül 1980 darbesiyle TİP ikinci kez kapatıldı. TİP’in kadrolarının önemli bir kısmı bugün Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) içinde ama o ‘altın günlere’ dönmek çok uzak bir hayal gibi görünüyor.


‘Milli Görüş’ sahneye çıkıyor

Osman Yüksel Serdengeçti’nin Cebeci’deki evinde toplanan bir grup, Cumhuriyet’le birlikte yeraltına itilmiş olan İslamcı hareketin siyasal hayata girmesinin yollarını tartışmıştı. Önce hepsi de Türk-İslam sentezcisi olan Yeni Türkiye Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve Millet Partisi’nin birleştirilmesini planlamışlar, ancak Millet Partisi'nin buna olumlu yaklaşmaması üzerine yeni bir parti kurmaya karar vermişlerdi. Hareketin fikir babasının Nakşibendi Şeyhi Mehmet Zait Kotku olduğu söylendi. Parti’nin genel başkanlığına 1969’da Konya’dan bağımsız milletvekili seçilen makine mühendisi Necmettin Erbakan getirilmişti. Erbakan’ın kamuoyunun dikkatini çekmesi, ‘Anadolu burjuvazisi’ni örgütlemek için kullandığı TOBB Başkanlığı’ndan ‘tekelci burjuvazi’ tarafından indirildiğinde, kendisini odasına iki gün kilitlemesiyle olmuştu.
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, "iyi olmuş parti kurdukları, bakalım elli sene sonra oranları kaça düşmüş öğreniriz" demişti. Adalet Partisinden istifa eden Hüsamettin Akmumcu ve Hüseyin Abbas’ın partiye katılımıyla TBMM’de üç sandalyeye sahip olunca, İnönü Malatya’da tekrar konuştu: "Bir mühendis efendi çıkmış, İmam Gazaliyi ve İmam Rabbaniyi okutacağız diyerek, iktidara geleceğini ümid ediyormuş. Böyle şey olmaz."


MİLLİ NİZAM MARŞI. Partinin amblemi ‘şahadet parmağı havada sağ el’ di. Bir de parti marşı vardı: “Hür Dünya'nın göbeğine/Milli Nizam yazacağız/Kuşların göz bebeğine/Milli Nizam yazacağız/Yola, ağaca, pınara/Esen yele yağan kara /Yağmur yüklü bulutlara/Milli Nizam yazacağız/Koç burcuna, yay burcuna /Bebeklerin avucuna/Minarelerin ucuna/Milli Nizam Yazacağız/Herkes duyacak, bilecek/Gizlenmez gayri bu gerçek/Yaprak yaprak, çiçek çiçek/Milli Nizam yazacağız.”

Necip Fazıl Kısakürek ve Eşref Edip gibi İslam entelektüellerinin sahneye çıktığı Ankara Büyük Sinema’da 8 Şubat 1970 günü yapılan kuruluş toplantısında, Necmettin Erbakan "Biraz önce sizlere Milli Nizam Partisi kurucuları takdim olundu. Ama sizden niçin saklayalım, niçin partimizin hakiki kurucularını bu ilk açılış gününde zikretmeyelim?”demiş ve devam etmişti: “Açıkça ilan ediyorum ki, bizim partimizin kurucuları Sultan Fatih Hazretleri, Sultan Yıldırım Hazretleri, Sultan Murat, Sultan Melik Şah, Ulubatlı Hasan, Orhan Gazi, Nizam-ül Mülk, Akşemseddin, Sultan Yavuz, Kılıçarslan, Alparslan, Gelenbevî hazretleri, Sultan Hamid'tir.”

YARGI İŞBAŞINDA. Erbakan Hoca, 23 Mayıs 1970 günü Karabük ilçesinde, Site Sinema'sında ‘Esselâmu aleykum’ diye başladığı konuşmasını "150 yıl önce Selanik'te kurulmuş Hareket Ordusu'ndaki subaylar kandırılmış ve Sultan Abdulhamit Han tahttan indirilmiştir. MNP milletin iman davasını kendisine şiar edinmiştir. Türkiye'de bugün üç yol var; Birinci yol; Solculuk, sonu komünizmin yolu, bu yolda CHP var. İkinci yol; Kozmopolit masonluk yolu. Bu yolda AP levhası var. Üçüncü yol; MNP yolu. Bu yol sağı temsil eden; Hak Yolu, İman Yolu” diye sürdürmüş, konuşmasını tekbir getirerek dinleyen partilileri 1973 seçimlerinden sonra Ayasofya Camii'nde namaz kılmağa davet etmişti.

4-9 Temmuz 1970 tarihinde Tekirdağ Çankaya Kahvesi'nde iktidara geldikleri zaman Ayasofya'yı müze halinden çıkartıp, cami haline sokarak ilk cuma namazını topluca kılacaklarını söylemiş ve yanındakilerle Rüstem Paşa Camii'ne giderek, akşam namazında imamlık görevi yapmıştı.

6-17 Eylül 1970 tarihinde Bafra'da Cumhuriyet Meydanında kanuni mecburiyetle parti adı altında toplandıklarını, Avrupa ve Avrupalılığın batılılık, Avrupa'nın taharet dahi bilmeyen hippiler olduğunu, 50 yıllık batıl devreden kurtulup 1000 yıllık hakka teslimiyet, devrine geçeceklerini ifade etmişti.

İRTİCA TEHDİDİ. Yukarıda bilgiler, 4 Nisan 1971’de MNP’nin 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 92, 94, 97, 101'inci maddelerine aykırı faaliyetlerde bulunmak suçuyla kapatılmasını isteyen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın dilekçesinden alınma. Anayasa Mahkemesi jet hızıyla karar verdi ve 20 Mayıs 1971’te partiyi kapattı. MNP yöneticileri hakkında herhangi bir ceza davası açılmadı ama Necmettin Erbakan, ‘sağlık nedenleri’ ile İsviçre’ye gitti ve 2,5 ay ortalığın yatışmasını bekledi. Dönüşünün AP’nin iktidarını engellemek isteyen cuntacıların davetiyle olduğu söylendi. Nitekim, MNP'nin kadroları, benzer bir tüzükle, 11 Ekim 1972’de, Milli Selamet Partisi (MSP) adıyla yeni bir parti kurdular.

İdeolojisini ‘Milli Görüş’ olarak tarif eden MSP’nin Genel Başkanlığı'na MNP’nin de kurucusu olan Süleyman Arif Emre getirilmişti. Kuruluş çalışmaları içinde yer alan Erbakan, partiye resmen 1973’ün Mayıs ayında katıldı. 20 Ekim 1973'te partinin genel başkanı olan Erbakan, Bülent Ecevit’le koalisyon hükümeti kurdu ve 1974 Kıbrıs Harekatı ile ‘Kıbrıs fatihi’ unvanını almayı başardı! 12 Eylül 1980'e kadar, Türkiye’nin siyasal yaşamında etkin bir rol oynayan MSP cunta tarafından diğer partilerle birlikte kapatıldı. Erbakan Hoca’nın 36 yıla kadar hapsi istenmişti ama 4,5 yıl süren MSP davası tüm sanıkların beraatıyla sonuçlandı.
ZİNCİRLEME PARTİLER. 21 Eylül 1983'de kurulan ve 1987’de Genel Başkanlığı'na yine Necmettin Erbakan'ın getirildiği Refah Partisi (RP), 1987 seçimlerinde yüzde 7 olan oyunu, 1995’te yüzde 21’e çıkardı, 1997’de ise Erbakan başbakandı. 28 Şubat ‘postmodern darbesi’ İslamcı muhalifeti yine sahneden aşağı itti. 16 Ocak 1998’de partinin kapatılmasında gerekçe yine ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı’ olmaktı. Üstelik bu kez iş sağlam tutulmuş, beyan ve eylemleri ile partinin kapatılmasına neden olan Necmettin Erbakan ve altı arkadaşına beş yıllık siyaset yasağı konmuştu.

1997'de RP'nin kapatılma olasılığına karşı kurulan Fazilet Partisi (FP) ise 1999 seçimlerinde yüzde 15,4 oy almakla kalmayıp, ‘başörtülü’ Merve Kavakçı’yı meclise sokunca, Yargıtay Başsavcısı hemen harekete geçti. Yine laikliğe aykırı eylemlerden dolayı 22 Haziran 2001'de FP kapatıldı. FP’nin kapatılmasının dayandırıldığı gerekçeler çok zayıftı. Örneğin parti genel başkanı Recai Kutan’ın “Elbette başörtülü bir hanımefendi kardeşimiz parlamentoya girmeli. Bileğinin hakkıyla olabiliyorsa bakan da olmalı. Bakanlar Kurulu’na girmeli. Bir hanımımız inancı gereği başını örtüyor, eğitimini yapıyor, siyaset sahnesinde de ülkeye hizmet etmek istiyorsa, elbette önü sonuna kadar açık olmalı” ifadesi bile ‘laikliğe aykırı’ faaliyetler arasında sayılmıştı.


FP'nin kapatılması üzerine ‘Milli Görüş’ hareketi ikiye bölündü. Erbakan ve çevresinde yer alan ‘Gelenekçiler’, kapatılan FP'nin genel başkanı Recai Kutan'ın başkanlığında 20 Temmuz 2001'de Saadet Partisi’ni (SP) kurdular. İstanbul Büyükşehir eski Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve çevresinde yer alan ‘Yenilikçiler’, 14 Ağustos 2001'de Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) kurdular.

Kurulu düzene ciddi eleştiri getirmek bir yana, düzenin bir parçası olmayı seçen ‘İslamcı retorik’ partilerine bile tahammül edemeyen rejimin, kurulu düzene ciddi eleştiri yapan ilk ‘İslamcı parti’ AKP’ye nasıl davranacağını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok.
Özet Kaynakça: Cemil Koçak, Türkiye Tarihi, C. IV, Cem Yayınevi, İstanbul, 2000; Taner Timur, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994; Artun Ünsal, Umuttan Yalnızlığa, Türkiye İşçi Partisi 1960-1971, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002; Kemal Bağlum, Anıpolitik, Bilgi Yayınları, 1991; Mustafa Müjdeci, “Dönemin Türk Basınına Göre Milli Kalkınma Partisi”, http://www.nuridemirag.com/basindamkp.doc.

Taraf, 30 Mart 2008

Hiç yorum yok: