Sınırları insan erdemleriyle belirlenmiş, ne sınıfsal ne de etnik nedenlere mahkum olmamış doğrularımızla özgürlük ve demokrasi mücadelesini sürdüreceğiz...

BURADAYIZ İŞTE...

OKURLARIMIN DİKKATİNE. BLOGUMDA TEKNİK BİR ARIZA YA DA BİR SALDIRI GERÇEKLEŞMİŞTİ.. ŞİMDİ HER ŞEY YOLUNDA...EMEKLERİMİZ BURADA... SAĞLICAKLA KALINIZ...

PARALEL BİR BLOG DA DEVAM EDİYOR...

Yeni blogun adresi: http://mirural.blogspot.com/

ŞU AN İZLEMEKTE OLDUĞUNUZ BLOG ADRESİ İLE YENİ BLOG ADRESİ BİRBİRİNE ÇOK YAKINDIR. İLGİNİZE TEŞEKKÜRLER.

MİHRAC URAL

...

...

...

...

TÜRK MODERNLEŞMESİ JAKOBENİZM VE BONAPARTİZM

Yener Orkunoğlu

Türkiye'de modernleşme hareketinin tarihini ve modernleşmenin toplum üzerinde yarattığı etkileri incelemek ve aynı zamanda modernleşme konusunda liberal entelektüellerin yarattığı yanılsamaları açığa çıkarmak zorundayız.
Liberal entelektüellerin çarpıttığı bir konu var. Siyasal İslam'ın yörüngesine girmiş bir çok entelektüel, Türkiye'deki Kemalistleri Jakoben olmakla suçlarlar. Yani Jakobenizm, darbeci ve anti-demokrat olmakla özdeşleştirilir. Böylesi bir değerlendirme, Jakobenizmin çarpıtılmasıdır. Kemalizm'i, Jakobenizm olarak değerlendirmek, Jakobenizme karşı bir haksızlıktır. Çünkü Jakobenizm, Fransız Devrimi döneminde küçük burjuvazinin (baldırı çıplakların) radikal bir devrimci hareketi olarak doğdu. Fransız Devrim hareketinin sol kanadını oluşturur.
((Devamı orta sol sutunda))

..

..

Mihrac Ural

Mihrac Ural

Yeniden felsefe okumak


Cumhuriyetin Doğuya sırtını dönmesinin mahkumu idik. Alfabe kırılmasının sonucu da, okuma adına nemiz var nemiz yok, arşivlerin küfüne terk edildi. Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle zaten olmayan okumalara, sıçramalardan oluşan, dengesiz ve sonuçta eksiklikten kaynaklanan bir topallamaya düştük. Bu da, ülkemiz felsefe bilincinin derinlik ve bütünlüğünü oluşturacak zincir halkalarının kopuk olmasını getirmiştir.
Yunan felsefesi akılcılığının Aristo’yla temsil edilen sunumunu, İslami bir yorum ve ilerleyişle ele alan Farabi’de ifadesini bulan akılcılığa karşı, “ Tahafüt el Felasife” diyerek, dünya ve ahiret işinde akıla yer bırakmayan Gazali’nin, bu güne kadar süren tutuculuğundan yana saf belirlemiştir. Gazalinin, “filozoflar”ın aklın hareketinden yana dünyevi olayları yorumlayan yaklaşımlarına karşı yaptığı eleştirilere, aklın bir militanı İbni Rüşt’ün ünlü cevabı olan “Tahafüt el Tahafüt” ü tanımazlıktan gelmiştir. Böylece sağ, Yunan ve batı felsefe okumaları eksiğiyle iki ayağı topal hale gelmiştir. Dayandığı felsefi okumaların karşıtlarını da bilmemekle, sığ kalmıştır.((Devamı sol ana sutunda))

****

****

24 Nisan soykırımı hepimizi katletmişti...

Mihrac Ural

Osmanlının yürüttüğü son katliam olan Ermeni jenosidi –soykırımı- hepimizi katletmişti. Tam 93 yıldır sürmekte olan zorunlu sürgün ile insanlık sucunda İttihat –Terakki’nin ‘SOYKIRIM’ imzası vardır.

Ermeniler, kendi uygarlık katkılarıyla Anadolu’ya renk katan, bölgemizin en eski uluslarından olup, ”katli vaciptir” denilerek yurtları yakılmış, eski çağların bile tanık olmadığı bir vahşetle toptan sürgüne mecbur edilerek, 1,5 milyon insanı katledilmiştir; sürgünde ayakları telef olan uygar insanlar, Aziz Paşa’dan ayakkabı talep edince, “Rahat yürüsünler diye bunlara ayakkabı giydirin” diyerek verdiği emirle, “ayaklarına at nalı çakılmıştır”. Aç çocuklara, yüksekten sarkıtılmış ipe bağlı ekmekle, tavşan kaç tazı tut oyunu oynayarak işkence yapan, “su içerken yılan bile dokunmaz” erdemini ayaklar altına alarak, susuzluktan yerdeki su birikintisine yüzü koyun uzanıp su içen insanları topluca kurşuna dizen bir vahşet yaşanmıştır.

Dünya kamuoyunca tüm çirkefliğiyle bilinen bu katliamın Osmanlı sorumluluğunda olmasına karşın, TC. dahi bu kirli mirası reddetmeye yanaşmamış, Osmanlıyı savunmuştur; Maktulleri, katil ilan ederek saldırıya geçmiştir. Gerçekler sürekli inkar edilerek, yadsımaya dayalı bir düşünce sistematiği kurulmuştur.

“Resmi tarih” diye ünlenen tezler, inkarların tarihi olarak topluma dayatılmıştır.**19. yy sonlarından başlayarak, Katolik ve Gregoryan (Ortodoks) diyerek birbirlerine kırdırılan, tenkil ve sürgünlerle, mal mülklerine el konularak baskı altında tutulan Ermenilere yönelik soy kırımı, I Dünya savaşının, malum bol bahaneleri altında girişilmiştir (24 Nisan 1915).

Savaş sırasında, önce Ermeni gençlerinin Askere alınarak silahsız bırakılması ve ardından toplu tasfiyelerin yapılması, geride kalan Ermeni halkının Tenkil ve sürgünlerine geçilmesi. Bu konuda talimatların dakik bir biçimde, en yetkili resmi merciler tarafından istenip, izlenmesi. O dönemin Sadrazamı (Başbakanı) Talat Paşa’nın, başından itibaren olayları, dikkatlice takibi, emirler vermesi, istatistik tutması (iskan edecekleri yerde dahi nüfusa göre oranlarının %5 geçmeyecek düzeyde tutulmaları talimatları da dahil) ve bunun en ince ayrıntısına kadar yazılı özel notlarla tescili, Ermenilere reva görülen her şeyin, planlı bir tarzda icra edildiğini göstermeye yeterlidir (Ermeni tehciriyle ilgili Talat Paşa’nın tutanakları için bkz. Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi, 24 Nisan 2006’dan itibaren yayınlanan dizi) Bu, Ermenilere ilişkin, adına ne konulursa konulsun, yapılacak olanların önceden planlanmış eylemler olduğunu gösterir.

Bundan sonra, sonuçlara bakılarak, yapılanlara verilecek ad, tanımlamaya geçilir.*Böylesine planlı ve en ince ayrıntısına kadar takip edilmiş ve bir etnik topluluğa yönelen, sonuçta en iyimser tahminlerle, el yazması tutanaklardaki rakamlarla bir milyon (1000 000) üzerinde Ermenin ölümüne yol açan, kimi şehirlerde nüfusu yüz binlerden sıfıra indiren, çoluk çocuk on binlerce canın etnik yapısını değiştirmek için farklı etnik toplumlara dağıtan, topraklara el koyan, binalarını yıkan, her türden maddi ve canlı servetine el koyup katleden girişimlere, soy kırımından başka bir ad verilemeyeceği görülür.

Bu bir soykırımdır. (..)Osmanlıdan, cumhuriyete süre gelen bu aklın, daha uzun süre yürürlükte olma tehlikesi tüm çıplaklığıyla kendini göstermektedir. Tarihimizle cesurca yüzleşmeden bu aklı toplumsal işlevlerimizden ve geleceğe ilişkin yaşam planlarımızdan söküp atmak güç gibi duruyor.
((*)Ermeni jenosidi ve Kürtleri inkarı –Mihrac Ural)

**
Sıranın kendisine gelmeyeceğini sananların dikkatine, bu vatanın birimize değil, hepimize ait olduğunu bir kez daha, bin kez daha yeniden birbirimize kanıtlamakla yükümlü olduğunuzu artık anlamak zorundasınız.

Bilmelisiniz ki, farklılıkları içselleştirmek, onlarla barış içinde yaşamayı fiilen gösterip, haklarını anayasal ve kurumsal güvencelerle kökleştirmek ertelenmez bir görev haline gelmiştir, bu yapılmadıkça bu vatanın hepimize ait olduğuna kimseyi inandıramazsınız.

Mümkünü, imkansız hale getirmeye devam ederseniz, sizi biz farklılar, ayrı varlıklar bile kurtaramaz. Bunun vebali, Hrant Dink’in katline yol açan akıl sistematiğinin kıyımına tek tek ve topluca maruz kalmaktır bilesiniz.
((*)Hrant Dink'in Katli ve Tarihi Gerçekler –Mihrac Ural)


Murat Altunöz’ün Beklenen Kitabı Kırılgan Zamanlar Çıktı…

2002 Ocak ayında başladığımız yolculuğumuza 7 yıldır devam ediyoruz. Karalama Dergisi, ülkenin koşullarına göre bazen inişler ve çıkışlar yaşamamıza rağmen her geçen gün dergimizle daha da büyüyoruz.

Karalama Dergisi olarak;
Şair Nevruz Uğur ve Halil İbrahim Yıldız’ın kitaplarından sonra Karalama’nın Kurucusu ve halen Editörü olan Murat Altunöz’ün Kırılgan Zamanlar adlı kitabını yayımladık.
Geçmiş zamanların, kırılmış, yalnız ve hüzünlü dizelerinde bulduk kendimizi,
Her dize de bir direniş, bir sürgün, bir ayrılık ve özlem var.
((Devamı sol alt sutünda))

...

...

Yerel Çeteleşmenin Boyutu...

Murat Altunöz /Gazeteci

Çeteleşme yıllar sonra Ergenekon operasyonuyla tekrar gündeme geldi. Eskiden bildiğimiz mafya sistemi çökmüş artık daha organize ve daha profesyonel bir hal alan almıştır.Bazı yazarlar, Emekli Polisler ve Emekli askerlerinde içinde bulunduğu yeni bir yapı ortaya çıktı.Aslında bu tür çeteleşmeler yıllardır hep ülkemizde vardır. Ama bu hafta benim bahsetmek istediğim yerel çetelerdir. malesef son yıllarda ciddi anlamda yerel çeteleşme ve Organize suçlarda bir çoğalma vardır. Zaten Hatay il Emniyet Müdürü Osman Çapalı'da bu konuya dikkat çekerek " Bireysel suçlar artık organize suçlara kaymıştır" demiştir.
((Devamı sol ana sutunda))


İNTERAKSİYON

Faiz Cebiroğlu
Her gelişim, karşılıklıdır. Her ileriye yönelik değişim, bir interaksiyondur. İnteraksiyon, karşılıklı etkileşim oluyor. İnsanlar, başkalarıyla birlikte yer alarak, başkalarıyla birlikte öğrenerek sosyal yönlerini geliştiriyorlar. Sosyal yönünü geliştiren insan, aldığı öğreti ve deneyimlerle bireysel yönünü ”işleyerek” yapılandırıyor. Yapılanma, ”özbilinç” ve ”özgüven” ile nitelik bir hal alıyor.

İnteraksiyon ya da karşılıklı etki, yaşadığımız toplumda, değişik yer ve ortamlarda farklı farklı oluyor. Dille başlayan diyaloğa; insanların bulunduğu yaşam tarzları, çalışma biçimleri ve kısacası sahip oldukları sınıfsal konumları da ekleniyor. Sosyal sınıf, gelişimde ”ana halka” oluyor. Sosyal sınıf, ileriye yönelik değişimin ”can alıcı noktasını” oluşturuyor.

(Devamı orta ana sütunda )
http://mirural.blogspot.com/

...

...

Yabancılaşmanın Dinamiği


Mihrac Ural

Yabancılaşma, insanlık ailesini birbirine yakınlaştıran, farklarını hızla öteleyen özel mülkiyeti ve olumsuz sonuçlarını bile köşeye sıkıştırma işlevi gören sonuçlarıyla, olumsuz değil çok olumlu bir role sahiptir. Tarihsel süreciyle derinleşip geliştikçe gerçekleşen yabancılaşma, insana çok daha cüretkâr olma, çok daha özgürce beyin labirentlerinde kurguladığı fantezileri yaşama ve bunu yaparken de dar anlamda aile, mahalle gibi klancı darlığın etkiler altında kalmayıp, geniş anlamda da ulusal sınırları aşıp belki başlangıcı sanal âlemin nimetleriyle, bilgi çağının iletişim olanaklarıyla bu tutku ve arzularının doruklarını zorlama şansını elde etmektedir.Yabancılaşma olmasaydı, emeğin sosyal etkilerinden bahsetmemiz mümkün olamazdı. Emek ne kadar sahibinden uzaklaşır, ne kadar sahibine belirgin olmaktan çıkarsa, o kadar evrensel ölçeklerde hizmet sunmaya başlamış demektir. Ve bir o kadar kültürel farklılıklarını hesaba katmadan ( renk, ırk, ulus, coğrafya, bölge farkı tanımadan) insan türüne ait hale gelmiş demektir.
((Devamı orta ana sol sütunda: ))
http://mirural.blogspot.com/

..

..

MİLLİ MARŞLAR

Ayşe Hür
1955'te İsveç'ten bir kız jimnastik ekibi İstanbul'a gelir. Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptıkları gösteriyi piyano eşliğinde söyledikleri bir şarkıyla bitirirler. Şarkı ‘Tre Trallade Jantor’dur. O sırada salondaki bütün izleyiciler ayağa kalkar ve ‘Dağ başını duman almış/Gümüş dere durmaz akaarrrrr….’diye İsveçli sporculara eşlik eder. Durumu bilmeyen İsveç medyası olayı "centilmen Türk seyircisinden jest" olarak yorumlar. Nereden bilsinler, tam 40 yıl önce şirin şarkılarını millileştirdiğimizi…
“Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur/Katibimin setresi uzun eteği çamur… diye başlayan ünlü türkünün bestesi 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda kalan ‘eteklikli’ İskoç Alayı’na moral vermek için yazılmış ‘Donsuz askerler…’ diye başlayan bir asker şarkısıdır. II. Mahmut döneminde (1808-1826) modernleşme çabaları sırasında askerlere giydirilen setre ve pantolon mutaassıp çevreler tarafından ‘sokağa donla çıkmakla’ eşdeğer görülmüş, özellikle de ‘gavur mukallitliği’ denilen bu modernleşme hareketine çabuk uyum gösteren eli yüzü katipler halkın diline düşmüştür. Bir İstanbul külhanbeyi, bu katiplerle alay etmek için, Üsküdar yolu üzerinde olan Selimiye Kışlası’nda kalan İskoç askerleri için yazılan marşın müziğine Türkçe sözler yazar ve ünlü Katibim türküsü ortaya çıkar.
1974 Kıbrıs ‘Barış Harekatı'ndan sonra bir Yahudi şarkısına Türkçe sözler yazılmış ve ortaya Ayten Alpman’ın ünlü Memleketim şarkısı çıkmıştır. 1980 darbesinden sonra solcu mahkumları ‘millileştirmek’ için marş niyetine binlerce kez çalındığı için bu gün pek çok eski mahkum, bu şarkının adını duyduğunda bile ciddi bir gerginlik yaşar. On binlerce Fenerbahçelinin coşkuyla söyledikleri Yaşa Fenerbahçe Marşı, Franko dönemine ait faşist güfteli Viva L'Espanya (Yaşa İspanya) adlı İspanyol marşıdır ve bugün İspanya’da pek çok kişi bu marşı duymaya tahammül edemez. Ülkücülerin söylerken gözlerini yaşartan “Çırpınırdı Karadeniz/Bakıp Türkün Bayrağına” türküsü 18.yüzyılda yaşamış Sayat Nova adlı Ermeni sanatçının Kamança adlı şarkısının Türkçesi’dir.

((devamı sol büyük sütunda))

5 Ekim 2007 Cuma

22 Temmuz 2007 SEÇİM SONUÇLARI

Seçim sonuçları
Halkın demokratik cesareti
Ve hakların ikamesi

Kırılan tek boyutlu siyasal baskı sistemi her alanda çözülürken, halkın demokratik cesareti, mecliste yürütülecek siyasi mücadelenin de temel desteği olacaktır.

Mihrac Ural
mircihan@gmail.com
30 Temmuz 2007


Seçim sonuçları bir kez daha siyasal tek boyutlu baskı sistemin kırıldığını gösterdi. Bu kırılma fiilen gerçekleşti, resmi düzlemde ise hızla etkisini göstermeye başladı. Seçim sonuçlarının oluşturduğu siyasal arena bunun ifadesidir. Halkımız gerçekçi değişimlerin özgürlük ve demokrasi ikamesi yönündeki taleplerinin ilk adımını böylece atmış oldu. Bu adımla ortaya çıkan tablo ve işlevleri üzerinde seçim sonuçları irdelemesi yapılabilir.
Birincisi: Seçim bildirimizde ve değişik yazılarımızda açıklamasını yaptığımız tarihi gerçekliğin ve siyasal tek boyutlu baskıcı sistemin kırılışıyla açığa çıkan diye belirlediğimiz üç var oluşun (kitlesel dini eğilim, ulusal+milliyetçi eğilim ve etnik eğilim) aynı zamanda meclise de taşındığına tanık olduk. Bu adım için Servet dediğimiz tek oy’un boşuna gitmemesi yönünde, bizim gibi tüm duyarlı kesimlerin halkımıza yaptığı çağırılar sonuç verdi. Seçim sonuçlarıyla “bin umut” adaylarında beliren kazanımlar bir yandan tarihi ve siyasi tespitlerimizin olumlanmasını gösterirken, diğer yandan, halkımızın etkin siyasal katılımla kendi taleplerini ikame etme arzusunu açığa vurmuştur. Önceki tüm seçimlerden, bu sonuncusunu ayıran en önemli halka da budur. Artık halkımız kendi talepleri için siyasal temsilcilerine doğru akmaya başlamıştır. Bu ivme, mecliste halkın çıkarları için yürütülecek mücadeleyle de hız kazanacaktır.
İkincisi: Ülkemiz tarihinde siyaset ilk kez belli dengeler üzerinde göreli de olsa, oturmuş oldu. Siyasetin, bu nispi dengesi, meclis bileşiminin önemli siyasal mücadele alanı olmasına yol açacak sonuçları da beraberinde getirdi. Ülkemiz gerçekliğinin nesnel ve siyasal varoluşlarının meclisteki temsil oranları bu mücadelenin temelini belirleyecektir. Milliyetçi-ulusalcı ittifakın (CHP+MHP) da belirlenen eğilimleri ile etnik eğimlilerin çatışması halkın özgürlük ve demokrasi taleplerinin ne ölçüde ikame edilebileceğine de önemli bir kıyas oluşturacaktır. Bu çatışmanın sonuçlarından halkın daha çok kazanımı olacağı kesindir. Ancak dini eğilimlerin AKP’de temsil edildiği haliyle bu çatışmadan kârlı çıkma ya da çözümsüz kalmayla sonuçlanacak faturaları olduğu görülecektir. Bu süreçte “bin umut” temsilcileri gerçek bölücülerin bu milliyetçi ilkellerin olduğunu gösterebilecek, ülkemizin barış içinde birlikte yaşamı için gerçekçi şansın ve çözümün özgürlük ve demokrasinin ikamesinde olduğunu açığa vuracaktır. Bu sürecin birikimleri halkın üzerinde büyük kazanımlar için derin izler bırakacağı açıktır. Halkımızın siyasal temsilcilerinin, meclis alanında yürütecekleri mücadele, dikkatli, sabırlı, olgun, tutarlı ve kararlı olması halinde, çok önemli diğer sonuçların da elde edilmesi mümkün olacaktır. Bunların en önemlileri, milliyetçi-ulusalcı hattın, artık ülkemizde geleceğe ait hiçbir değeri temsil edemeyeceği açığa çıkartılacaktır. AKP’nin ise, üzerinde oturmaya çalıştığı tabanın çok kimlikli bir taban olduğu gerçeği dışa vurulacak ve bu eğilimin sonun başlangıcı olmasına yol açabilecektir. Bu ise, meclisin önemli kaos dönemlerinde geçeceğine bir işarettir; unutulmamalı ki, kimi kaos dönemleri halkın etkin talepleri için iyi bir sonuç almaya da dönüşebilir. Burada da siyasetin ustaca yönlendirilmesinin önemi çok büyüktür.
Üçüncüsü: ‘Son şans’ diye nitelenebilecek bir siyasal tablo oluşmuştur. Değişim için yeterli olmayan niceliksel oranlara karşın, nitelik ayrışma ve yönelimler belli olmuştur. Bu belirginlik aynı zamanda ikamesi yapılacak siyasal girişimlerin de yol haritasıdır. Bunların başında anayasanın yeniden şekillendirilmesi gelmektedir. Çağdaş bir anayasa tüm farklılıkların güvencesi olacak kısa öz anlatımlarla, her türden milliyetçilikten arınmış, tek boyutlu söylemlerine son vermiş, özgür tercihlere kapı aralamış bir anayasa olarak ikame edilmelidir. Bunu siyasal sistemin bel kemiği olan tüm yasa ve mevzuatların, kararnamelerin, yüksek kurum ve kuruluş yapılanmalarının, yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu görevlerin ne ölçüde başarılacağı ise bu mücadelenin süreçlerine bağlıdır. Yükseliş trendi halkımızın talepleri lehine olduğu bu ortamda, meclisteki temsilciler, halkımızın yaşadığı her alanda yalnız kalmayacaklarını göreceklerdir. Kırılan tek boyutlu siyasal baskı sistem her alanda çözülürken, halkın demokratik cesareti, mecliste yürütülecek siyasi mücadelenin de temel desteği olacaktır.
Seçim sonuçlarının başarısı ve devamında bu kazanımların her şeye yeterli olmadığını belirtmeye gerek yoktur.
Bu kazanımlar, tersine diğer tüm mücadelelerin tarih içindeki birikimlerinin bir sonucudur. Sonuçları korumak ve geliştirmek ise, temel olanları güçlendirmekten geçeceği tartışmasızdır.
Dolaysıyla, dağlarından, ovalarına, şehirlerinden en küçük yerleşim birimine kadar her alanda ve uygun her araçla mücadeleye derinlemesine devam edilmelidir.
Seçim sonuçlarının yarattığı olanaklarla
bu temel alan ve araçların mücadelesi daha da anlamlı ve üretken olmaya adaydır.
Seçim sonuçlarının ortak verileri, Türkiye tarihinde siyasetin ilk kez oturmakta olduğuna işaret etmektedir. Siyasal arenanın yeni aktörleri belli olmuştur, ülkemizin siyasal ilişki ve çelişkileri bu mihverde dönecektir. Tarihi çözümlememizin haklılığı bu sonuçlarla açığa çıkmıştır.

Selçuklu’dan, Osmanlı’ya oradan Cumhuriyet’e kadar süren, tarihi tek boyutlu siyasal baskı sistemi artık çözülmeye başlamıştır. Seçim arifesinde yayınladığımız bildiride de bunlara ilgili tespitlerimizi halkımıza aktardık. Seçim sonuçları isabetli olduğumuzu, halkımız adına, dile getirdiğimiz taleplerin gerçekçi olduğunu gösterdi. Bugünkü meclis siyasal tablosu da bunun açık göstergesidir.
Bugün ortaya çıkan her üç eğilim de kendi gerçeklikleriyle ve etkinlikleriyle meclisteki yerini alırken, siyasal arenanın temel aktörleri de böylece belli oldu. Ülkemizin var olan gerçekçi siyasal aktörleri halkın oylarıyla belirlenirken, atılmış olan büyük tarihi adım, en az sistemin kırılması kadar büyük öneme sahip olduğu da ortaya çıktı. Bundan sonrası yakalanmış olan bu yükselişi daha da tırmandırmak ve halkımızın umutların gerçeğe dönüştürmek olacaktır. Bin umut milletvekillerinin halklarımız adına yürütecekleri mücadelenin önünü tıkamaya çalışacak güçler artık eski durumda değillerdir. Gerilemiş moralsizleşmiştir. Bu güçler seçim sonuçları itibariyle tıkanmış, varabileceği son yere varmış ve orda da sığlığı açığa çıkmış, siyasi tutumlarıyla ülkemizi bölmeye doğru götüren ilkel tek boyutlu ısrarlarıyla gerileyen, yenilmiş bir ulusalcı-ırkçı-milliyetçi cılız güçler durumundadır. Sistemin kurtuluşuna katacak hiçbir şeyleri kalmamıştır. Söylemleri çağdışıdır. CHP’nin katılımıyla da bu güçler varabilecekleri en üst temsil düzeyindedirler ki, bu bir gerileme ve yokolma trendidir.
Oysa bin umut milletvekillerinin arkasında seçim başarısının yarattığı etkinlikle morali yüksek, inandırıcılığı katlanmış, yaptırım gücü daha da yoğunlaşmış, ülke genelinin kabul sınırları içinde yer almaya başlamış ve halk artan orandaki desteği bulunmaktadır. Bu destek mecliste yürütülecek kararlı mücadeleyle daha da artacaktır. Halkın gerçek temsilcilerin bu süreçte ortaya koyacakları performans bu desteği katlayarak büyütecektir. CHP saflarında yer alan milyonlarca gerçek demokrat, bu saflaşma sürecinde akıp geleceği yer, farklılıklarımızın özgürlük ve demokrasi taleplerinin temsilcileri etrafında olacaktır. Meclisteki siyasal mücadeleyi bu açıdan küçümsememek ve kararlıca arkasında durmayı gerektiren haklı gerekçelerimizin olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır.
Seçim sonuçlarının başarısı ve devamında bu kazanımların her şeye yeter olmadığını belirtmeye gerek yoktur. Bu kazanımlar, tersine diğer tüm mücadelelerin tarih içindeki birikimlerinin bir sonucudur. Sonuçları korumak ve geliştirmek ise, temel olanları güçlendirmekten geçeceği tartışmasızdır. Dolaysıyla, dağlarından, ovalarına, şehirlerinden en küçük yerleşim birimine kadar her alanda ve uygun her araçla mücadeleye derinlemesine devam edilmelidir. Seçim sonuçlarının yarattığı olanaklarla bu temel alan ve araçların mücadelesi daha da anlamlı ve üretken olmaya adaydır.
Ülkemizin yüksek çıkarları, halklarımızın ertelenmez özgürlük ve demokrasi talepleri bu iki alanın ilişki ve çelişkilerinde, güçler dengesinin kıran kırana yürüyecek mücadelesinde ana hatlarıyla belirlenecektir. Artık hiçbir statü, bu gelişmeye karşı direnemez. Siyasetin olduğu kadar tüm yaşamsal kurum ve kuruluşların yasa ve yönetmeliğin yeniden yapılanması bu mücadelenin ürünü olacaktır. Değişim kesindir ancak değişimin boyutu bu mücadelede tarafların göstereceği etkinlikle şekillenecektir.
Tarihi tek boyutlu siyasal sistemi kırabilen bir halkın umutlarını gerçekleştirme şansı bugün her zamandan daha uygun koşullara sahiptir. Bugünün sınavı ve görevi budur.
Bu makalenin son satırlarını kimi arkadaşların bölgemizde, dış müdahalelerle gelişecek olası alt üst oluşlara endeksli olarak gösterme eğilimlerinin ciddi hatalar taşıdığını belirterek noktalamak isterim. Böylesi bir yaklaşım tek başına Kürt hareketini de değil, ülkemizin, siyasal mücadele tarihi içinde gerçekleşen birikimlerin ürünü olarak geri dönülmesi hiçbir nedenle mümkün olmayan, sistemin kırılması ve bunun sonucu ortaya çıkan siyasal arenanın temel taraflarının ortaya koyduğu ilişki ve çelişkileri hiç kavramamış bir yaklaşımdır. Böylesi yaklaşımlar başarı ve hezimetleri, bir lidere ya da bir harekete ya da bölgemizdeki dış etkenlere bağlayarak, nesnel gelişmeleri tamamen öznel nedenlere indirger. Sonuçları neden yerine koyar. Dolaysıyla, “olası alt üst oluşları” da bu öznel öğelerin sırtına yıkar. Ne bölgemizdeki gelişmeler ne de ülkemizdeki öznel öğeler bu gün ortaya çıkan siyasal tablonun yapıcıları değildir. Tersine bu olguların da ortaya çıkışı tarihi nesnel koşulların olgunlaşmasının dolaysız birer sonucudur. Ve bu nesnel verilerin gelişimine göre de, kasılmaları ya da genişlemelerinden bahsetmek yanlış değildir. Bu yüzden “hiç hesaplanmayan bir uluslar arası gelişme sonucu bütün bunlar olmamışa mı dönecek?” demek, nesnel hiçbir verisi olmayan karamsarlıkla, ülkemiz siyasal tablosunu değerlendirmek demektir. Oysa ülkemizde oluşan siyasal tablonun çok derin, tarihi nesnel verileri olduğu gibi, sonuçları da, bunlar üzerinde yükselmiştir. Ülkemizde sistemin kırılışı ve siyasal uzantıları ve bunlar üzerinde taçlanan seçim sonuçları, devletle ona karşı mücadele eden lider ya da demokrasi güçlerinin karşılıklı yürüttükleri politikaların iniş ve çıkışlarıyla belirlenmemiştir. Karşılıklı yürütülen stratejik ve taktik mücadele ise, her zaman aynı nesnel verilerin, açtığı olgunlaştırdığı alan içinde olmuştur.
Bu açıdan tekrarla belirtmeliyiz ki, seçim sonucu ortaya çıkan kazanımlar, ne bölgemizdeki alt üst oluşlardan ne de ülkemizde olası siyasal gelişmelerden etkilenmeyecek kadar yeterli bir olgunlaşmış verilerin ürünüdür. Meclise taşınan halkın bin umut temsilcileri, arkalarında bu yoğunlukların varlığını duyumsayarak, siyaset yapma cesareti içinde olmaları gerekmektedir. Ne bölgemizin değişken siyasal tablosu ne de başka bir veri bu düzlemin alt üst oluşuna yol açmayacaktır. Ülkemizde tarihsel açıdan geri dönülmesi mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkmasıyla olası gelişmelerin bu sonuçlara güç katmaktan başka bir etkisi olmaz. Özgürlük ve demokrasi taleplerimizin ikamesinde bin umut milletvekilleri bu gerçekle daha etkin olma görev ve sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Ayrıca, çeyrek asırlık ülkemiz siyasal gelişmelerinde, gerçek anlamda kazanıldıktan sonra sıfırlanmış hiçbir birikim yoktur. Seçim sonuçları kırılan siyasal baskıcı sistem gerçeğine bir işaret olduğu kadar, önceki dönem mücadele birikimlerinin taçlanmasıdır. Aydın kaygıları, ciddi veriler üzerinde yükselmiyorsa, kazanılmış zaferlerin cesaretini ve gelişime eğilimini, karamsarlığa dönüştürme gibi tarihi hatalara götürebilir.

Hiç yorum yok: