"ANA DİLİN ELİN AYAĞIN KADAR SENİN..." ( 'Üç Dil', şiir Bedri Rahmi Eyüboğlu)
ANAVATANDA ANADİLSİZ YAŞAMAK !..
Mihrac Ural
Anavatan, tarihte doğal toprakları yaşama ilk kez açanların vatanıdır. Orta Asya'nın Türklerin anavatanı olması gibi.Orada başlar, bu güne uzanan ve ulus olarak örgütlenen insan topluluklarının yaşam serüveni.
Toprağın anavatana dönüşmesinde maya dildir, ana dildir. Toprağı ilk kez yaşama açanların, anadilleri etrafında oluşturdukları toplumlasal doku, tarihin en istikrarlı doğa ve kültür dokusu olarak bilinmektedir. Bu doku, arkasında kararlıca duran insanlar var oldukça, bozulamamıştır. Nedenleri çok farklılıklar taşısa da, istisnalara bir yana, tüm insanlık tarihi dünü ve bu günüyle, coğrafi alanlarla halk topluluklarının yaşam alanlarını birleştiren temel etkeni bu olmuştur. Burdan harektele, tarihten çıkıp gelmiş haliyle her anadilin yaşadığı toprak bir anavatandır. Bu işgalci güçler tarafından siyasi egemenlik altında tutulmuş olsa da öyledir.
Anadolu'nun anadillerin anavatanı bir coğrafya olması da bundandır. Bu, anavatanında ana dilleri yasaklayan Türkiye Cumhuriyeti yasalarına rağmen öyledir. Anadolu topraklarını yaşama ilk kez açanlar, ilk kez sürüp ekerek ona ruh verenlerin anadilleri bu toprakları anavatan haline getirmiştir. Yerli olmak budur. Bu gerçek arkasında durabilen Kürt ulusu, acımasız zorluklara direnerek bundan doğan haklarını savunmuştur. Baskılara, ölümlere, yıkımlara tehcir ve yasaklara karşı direnişini yükseltmeyi sürdürebilmiştir.
Anadolu, anadil soykırımlarının yurdudur da . Orta Asya'dan bir kısrak başı gibi gelip uzanan ve anayurtları söküp atan, yakan, yıkan, at nalları altında ezen, kılıç darbeleriyle kan ırmakları yaratan, fütühat adlı, miletlerin emekleriyle oluşmuş servetlerin gasp ve talanla süren bu acımasızlık, anadil soykırımıylada belirginleşmiştir. Bununla, coğrafyanın kimyasıyla birlikte barışıda yok olmuştur.
Askerini varabildiği yerde dikebilen, orayı sınır ilan etmiş, bu güne gelmiştir. Ancak bu hiç bir şekilde yaşama azminde olan anadillerle toprakları arasındaki bağı katledememiştir. Bu gün Kürtler bu gerçeği temsil etmektedir, Araplar da bu verileri tümüyle omuzlarında taşımakta hak talebi için hazırlanmaktadır. Bu verileri taşıyan başka etnik yapılar da kendi anavatanları olan topraklarda bu gerçeği dile getirecektir.
Kimse yanılmasın, Anavatan ne belli bir devlet hükmü altındaki topraktır ne de bayrak diye dikilen figürün gölgesi altındaki alandır. Anavatan, toprağı yaşama ilk kez açabilen anadilin coğrafyasıdır. Ve her coğrafya, er yada geç anadilin hükmü altında özgür olacaktır.
Bu gerçeği, "tarihin geçmiş tüm sorunlarını halletmeye çalışmak" diye kimse sulandırmaya kalkışmasın. Hayır Tarihin sorunlarını kimse halletmeye kalkışmayacaktır. Bu zaten mümkün de değildir. Bu gün sorun olarak ortaya çıkan ve kendini dayatan tarihin sahipsiz kalmış sorunları olmadığı da çok açıktır. Tarih olmuş, Hittiler, Sümlerler kimseden anadil hakkı istemiyorlar, Akadlar, Asurlular anadillerinin kimlik haklarının, anavatanlarının özgürlüğünü talep etmiyor. Bu türden iddialar, var olan gerçeğin üstünü örtme, anlamsız genelleştirmelerle bulandırmadır.
Bu gün kimlik hakkını isteyen, Tarihe ve tarihsel zorbalıklara rağmen var olmayı başarmış, kendi ana toprağında ezici bir çoğunluk olarak yaşamaya devam etmiş ve bununla da kalmayıp haklarının arkasında durabilecek kuşaklar yetiştirmiş ulusların, ulusal toplulukların ve ayrı varlıklardır. Bunların taleplerinden bahsediyoruz. Bu talepler, toprakları yüzyıllar önce bir gaspçı, işgalci güç tarafındanhükümranlık altına almış olsa da, ulus olarak haklarının arkasında durma ısrarında var olmalarıyla, haklı bir talep haline gelmiştir.
Böyle olmasa Türk ulusunun Atatürk önderliğindeki kurtuluş savaşının hiç bir meşru yanı olamazdı. "Osmanlı yıkıldı Türk ulusuda yıkılmalıydı" der geçilirdi. Ancak Türk ulusu ben varım dedi, ordusunu topladı, evlatlarını diğer anadolu ulslarının evlatlarıyla birlikte, özgürlük için ileri sürdü ve Anadolu'yu işgalcilerden kurtardı. O gün hak olan özgürlük talebi, neden bu gün Kürtler ve Araplar için hak olmasın. Bu uluslar kendi topraklarındadır. Mülteci değil, göçmen değildir. Binlerce yıllık bir ilk yerleşimciler olarak, toprağı yaşama ilk açanlardır. Ve bu gün tüm dirilikleriyle haklarının arkasında durmaktadırlar. Bundan ötesi sorun, tarihin geçmiş davaları kapsamında değil, bu günün sorundur, bu günün ertelenmez taleplerinin çözümündedir. Anadil ile anavatan arasındaki bağı bu yanıyla kavram gerek. Bu gerçek tarihin yaşama şansı bırakmadığı anadillerle anavatan arasındaki ilişkiyle hiç bir ilgisi yoktur. Tersine tarihin badirelerinden çıkıp gelmiş haliyle, yaşayan anadilin, anavatanı üzerindeki haklarıyla ilgilidir. Bunun da arkasında kararlıca durmaktadır. Bugün var olan gerçek budur.
Bu talep dünyamızı, üzerinde yaşayan her insan için anavatana dönüştürecek uygarlığın ikamesine kadar da devam edecektir. Yerel olan bu kanalla evrensele bağlanacaktır.
Bu yüzden, yüz yılların korkularıyla, başkasına ait toprakları hükümranlık altında tutma gayretinin kaygıları üzerine kurulmuş zoraki bir yaşamla, anadilleri tehlikeli görmek, büyük bir handikabdır. Bu yönde ısrarcı bir baskı sistemiyle sonuna kadar ayakta kalınabileceğini sanmak ise, kendini aldatmaktır.
Bilinmeli ki, Anadolu anadillerle dolu bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın barışı da, anadillerin özgürlüğü ve barışıdır aynı zamanda Oysa, bu toprakları ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizm, kana bulamakla kalmamış, lime lime bölüp parçalayıp ruhları kaosa sürüklerken, anadilleri soykırıma da uğratmıştır.
Bu topraklarda barış sukut etmiştir. Bununla kalınmamış, tüm anadillerden anaların gözyaşları sel edilmiştir. Kimi gençler sürgünde hakkın rahmetini beklerken, kimisi vatan diye bildikleri cehennemde yaşamağa doymadan, hatta ölmeden toprağa gömülmüştür. Vatan hizmeti adı altında, iradesi dışında, emir komuta zincirine mahkum olarak, özgürlük arayanların katline koşularak anası ağlatılmıştır. Kimisinin ise, toplumsal kimliği kadar, ana gözyaşları da yok sayılmıştır !..
Anavatanda anadilsiz olmak, bu ucube siyasal tarihin var oluş koşulu gibidir. Bir kara kader değil, bir kara delik gibidir, ışığı soğuran, emen ve yok edendir. Tarihte yaşama açılmış her bir karış toprak, bir anadilin ayırıcı varlığıyla vatana dönüşmüştür. Bunun içindir ki, anadil hakkı, özgürlük haklarıyla birdir, bir bütündür. Bunu sorunun bir parçası görmek yerine, çözümün bir parçası olarak algılamak, toplumsal adalet duygusunun, barış umutlarının temel kaynağıdır.
Barışa hasret bu topraklarda, anadillere özgürlük gerek. Buna yasak koyanlar bir an, anadillerinin yasak olduğunu var sayarak yaşamaya çalışsınlar. Görecekler ki, anadil olmadan vatan bile, bir cehennemdir.
Ayrı varlık bir ayrı anadildir. Bu düşmanlık değil dostluktur. Kimlik beyanı, diğeriyle ilişkinin sağlıklı yürümesi için bir tanıtım kartıdır. Tarihin derinliklerinden kopup gelmiş kendini ifade etme tarzıdır. Bu gerçeği, sonradan kazınılmış bir kimlik olarak görmek, askeri ya da güvenlik araçlarıyla bastırmakla çözülebileceğini sanmak, hataların en büyüğüdür. Barışı bozan kanlı süreçleri başlatan da, bu ilkel zihniyettir. Bundan kaçınmak önümüzde aşılması gereken önemli bir sorun olarak durmaktadır."
"Bir kelime ne kadar sık kullanılırsa o kadar az değişir" belirlemesi, dil bilimcilerinin Paris’te yapılan toplantılarında, dil için evrensel bir yasa olabileceğine işaret etmektedir. Haber bu gün http://www.firatnews.eu/ ajansından verildi. Bu yasanın anavatan algılanışına uyarlanması çok daha dikkat çekici sonuçları olduğunu iddia etmekte yanlış olmayacaktır.
“Toprağı yaşama ilk açan anadil, o toprağı ne kadar sık işlerse o kadar sıkı bir anavatan haline getirir” demek yanlış olmayacaktır. Toprağımızı her defasında daha bir güçlüce işlemek, anadilimize ait toprağı daha da güçlüce anavatanlaştırmaktır. Dünyanın neresinde, hangi nedenle olursak olalım, anadilimizin coğrafyasını üstümüzde taşımanın anlamı da budur.
15 Ekim 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder